11 Şubat 2012 Cumartesi

SİGARA BÖREĞİ DEYİP GEÇME..!


SİGARA BÖREĞİ DEYİP DE GEÇME!

Sözün güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür! Demiş ünlü düşünür Aristo. Dikkatleri güzel söz söylemeye çektiği kadar bu sözün karşıdaki kişi ve kişileri nasıl etkilemesi gerektiği konusuna da değinmiştir. Evet, söz söylenmeli ama karşıdakini de bu söz veya sözler olumlu yönde etkilemelidir…
AĞZINDAN ÇIKANI KULAĞIN DUYSUN!
Aristo’nun da savunduğu gibi büyüklerimiz de yüz yıllar boyu bize bu öğüdü vermişlerdir. Ağzımızdan çıkanı iyi veya kötü kulağımız duyuyor elbet ama unutmayalım ki karşımızdaki de duyuyor. Yine atalarımız bize ‘düşünmeksizin söylenen söz, nişan almaksızın tüfek atan avcıya benzer’ diyerek sözlerimizin nasıl bir istikamete gideceğini ve gittiği zaman hedefi nasıl etkileyeceği konusunda uyarmıştır. Nihayetinde söz ağızdan bir kere çıkacağından ve hedefi anında vuracağından dolayı kelimeler çok önemlidir. Kelimeleri düzgün ve itinalı seçmek ise başlı başına bir sanattır.

Olumsuzları olumlularla değiştirmek ise ayrı bir hüner ister kuşkusuz.
Bu konuyla alakalı olarak bir misal verecek olursak ‘sigara böreği’  hiç de abartılı bir örnek olmayacaktır. Bilindiği üzere yemek yiyip içmek olumlu bir davranıştır. Dünyaya gelişimizin hemen ardından hayatta kalabilmek için yemek yeme alışkanlığıyla doğarız. İlk zamanlar en sevdiğimiz besin anne sütü iken daha sonraları damak zevkimize uygun gıdalara alışmaya başlarız. Bu gıdalar arasında hiç kuşkusuz çıtır, çıtır olması sebebi ile de küçük çocukların sevdiği gıdalardandır ‘sigara böreği’.  Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bu yiyeceğin ismidir. İddiaya göre belli bir yaşa kadar insan beyni gerçekle hayali ayırt edemez hal böyle olunca önüne övgüyle konan sigara böreğini yanlış olarak ve sağlığa zararlı olarak öğretilen sigara ile karıştırılması küçük bir çocuk için muhtemeldir. Olumlu bir alışkanlık olumsuz bir benzetmeyle karşı karşıyadır bu durumda. Aristo’nun da dediği gibi güzel bir söz karşımızdakini olumlu etkileyendir peki ya biz olumsuz bir kelime söylüyorsak?
OLUMSUZ KELİMELER DUYGULARIMIZA YÖN VERİRLER!
Olumlu kelimeler duyguları etkilediği gibi olumsuz kelimelerde duyguları etkiler.  Daha açık bir örnek verecek olursak mesela; bir arkadaşınız size falanca melek gibi bir insandır dese siz o kişiyle karşılaştığınız vakit hissedeceğiniz duygu o kişinin çok iyi biri olduğudur. Yine size falanca kimse şeytan gibidir dense siz o kişiyle de karşılaştığınızda onun çok kötü biri olduğunu düşünürsünüz. Tanımadan her iki şekilde de sadece kelimelere göre bir yol çizersiniz. İşte kelimeler bu açıdan da çok önemlidirler ve bizi etkilediği kadar karşıdakini de etkilerler

SONUÇ OLARAK YAPMAMIZ GEREKEN NEDİR?
İsra suresi 53. Ayet-i kerime de ‘’… Kullarıma sözün en güzel olanını söylemelerini söyle…’’ diye buyrulmaktadır. O halde olumlu bir davranılışı yine olumlu olan bir kelimeyle düzeltmek icap eder. Bilhassa çocuklarımıza yedirdiğimiz  böreğin adına; sigara böreği yerine kalem böreği, çıtır börek gibi alternatif isimler koymak  olumsuz bir kelimeyi hayatımızdan çıkarmak için  iyi bir başlangıç olacaktır.
Rabbim cümlemize sözün en güzelini bilip sarf etmeyi nasip etsin inşallah. (âmin)

VARLIĞI BİR DERT YOKLUĞU YARA (MI) ; PARA


Ünlü düşünür napolyon “para para para” demiş üç kere. Ne var ki bunu; niçin neden söylemiş muamma. Bir bıkkınlık halin de mi söylemiştir acaba?

Nedir her şey para para para mı demiştir, yoksa gelsin paralar niyetinde mi söylemiştir? Her ne niyetle söylediyse de şu aşikârdır ki bir şekliyle napolyon da parayı diline dolamıştır.

Gelgelelim yine bir şarkıya şöyle malzeme olmuştur para; “para, para, para, üç beş lira varlığı bir dert, yokluğu yara”. Gerçekten böylemidir para? Var olduğunda bir dert, yok iken de yara mıdır?

Herhalde Lidyalılar parayı buldu bulalı para hakkında yazılacak, çizilecek pek çeşitli konu olmuştur şüphesiz. Ancak benim ilgilendiğim tarafı yokluğunun veyahut varlığının nasıl bir sonuca çıktığından ziyade paranın her gönlü mü bu denli fetih eylediği. Afakımızı nasıl oluyor da küçük kâğıt taneleri bu denli kuşatabiliyor. Yatıyoruz bugün ne kadar kazandık, kalkıyoruz bugün ne kadar kazanacağız derdi sarıyor her gün, her gece, her sabah tüm benliğimizi. Evet, mecburuz ve belki de buna mecbur bırakılıyoruz. Ne dersiniz?

Alıştık paraya. Kazanmanın gerekliğinden ziyade harcamaya da alıştık. Kazanması zor elbet… Gecemizi gündüzümüze kattık. El emeği göz nuru harcadık. Verirken ellimiz geri geri gitti çoğu zaman ama zamanla ona da alıştık. Paramız varsa her istediğimizi almaya alıştık. Verdikçe verdik. Vermenin gerekliliğine alıştık. Gelgelelim her şey paranın etrafında dönünce zannettik ki her şeye bu güçle sahip oluruz. İyiliklere, sevgilere… 

Maddi her şeyi elimize geçirince zannettik ki manevi olan duygulara, hislere de parayla ulaşabiliriz. Ve yanlışı belki de bu noktada yaptık. Küçük bir iyiliği dokunana da vicdanen rahat olamadık ve parayla perdeledik vicdanlarımızı. Sevgiyi parayla satın almaya kalkıştık. Hâlbuki ne haddimize sevgileri paraya mal etmek…

Haddimize değildi ama bunu da yaptık sonunda. Bize iyiliği dokunanlara teşekkür yerine para verdik ve karşılığını vermiş olduk iyiliğinin deyip birde üstüne teşekkür mü edeceğiz deyip ukalalık ettik. Hal böyle olunca teşekkür etmeyi, minnet duymayı, hediyeleşmeyi unuttuk. Gerçi hediyeleşmek bile yerini en pahalıyı kim aldı yarışına soktu bizleri. Hâlbuki biz böylemi öğrendik değer vermeyi dostlarımıza. Karşılıksız sevmeyi öğretmemişimiydi bize ninelerimiz. Bir hurman varsa yarısını paylaş dememişmiydi Peygamber Efendimiz. İnsan bir Müslüman kardeşine dahi küçük bir iyilik yaptığında teşekkür etmezse nasıl olacak da bize sayısız nimetlei veren Rabbine şükretmeyi öğrenecek. İşte paranın bu açıdan zararı da söz konusudur.

Elbette birçok şey paranın gücüne bakıyor. Rahat yaşamak, istediğin yerde güzel bir tatil yapmak, güzel bir şekilde okumak… Dahi dini vecibelerimizi yerine getirmek içinde paranın gerekliliği söz konusu. Hacca gitmek, zekât vermek, bol bol hayır hasenat yapmak gibi… Ama bize her şeyi para vererek almaya alıştıran bir zihniyet bazı güzel değerlerimizi de kaybetmemize sebep oluyor kuşkusuz. Arkadaşımız bize davete gelen misafirlere ikram hazırladı diye çıkartıp karşılığını istemese de parayla veriyoruz ki bu onun bir işinden ziyade nadiren yaptığı bir iyilik. Komşumuza acil bir zamanda çocuğumuzu emanet ediyoruz bir teşekkür yerine ücret ödüyoruz. Dahi eşlerimiz bile bu açıdan bakar oldu bize. Güzel bir akşam yemeği hazırlayan hanımımıza ellerine sağlık demeyi bile çok görüyoruz. Nedeni ise parayı eve getiren o bir de teşekkür mü edecek? Aynı şekilde hanım borç harç içinde sıkıntıda olan beyine kesene bereket demeyi çok görüyor çünkü ele avuca giren ne varsa borç. Evet, her şeyi paraya endekslersek insan ilişkilerimiz de o denli zaafa uğruyor. Tabii ki komşumuza veyahut arkadaşımıza bize yardım ettiği için bir karşılık veririz. Bizim ihtiyacımız görülmüşken onunda var ise bir ihtiyacı giderilir ama bu demek değil ki bir Allah razı olsun dahi demeyelim. Aman ben ona bu işin karşılığını verdim hakkını aldı demek olmamalı niyetimiz. Eğer elimizde varken kibre kapılıp her iyiliğin vicdani karşılığını para da görürsek elimizde avucumuzda olmayınca da bize iyilik edecek kimseyi bulamayız. Çünkü biz bu duruma getirmiş oluruz dost ilişkilerimizi. Evet, vermeye alışmak ta almaya alışmakta bir orta yoldan geçmeli. Hayrı ve iyiliklerimizi kazanacağımız iki kuruşa mal etmemeli vermeye gücü olan vermeli ama yanında teşekkürünü minnetini sunmalı parayı alanda aynı şekilde teşekkürünü minnetini sunmalı böylelikle yakın ilişkilerimize paranın ince hesaplarını alet etmemeliyiz.

Velhâsıl şarkıda da dendiği gibi varlığı bir dert yokluğu yara… Ama bunu en aza indirmek bizim elimizde. Eğer bir şey iyiliğe ve güzelliğe vesile oluyorsa ne ala. Zira tam tersi iyilikten çok kayıplara sebebiyet veriyorsa durup bir kendimize bakmalı, nerede yanlış yaptığımızı sorgulamalıyız. O takdirde bize çok faydasının dokunacağı da kuşkusuz bir hal alır.