İYİLİKTEN MARAZ DOĞAR (MI)?
Günlerden
bir gün yaşlı bir adam; evlerinin yakınlarında bir bankta oturmuş, yüzünde
keder izleri, gözlerinde yaş taneleri olan, ilk bakışta düzgün giyimli ve varlıklı
birine benzeyen bir adamın sıkıntısına şahit olur ve yüreği el vermediği için
adamın yanına gidip sıkıntısını sormaya karar verir.
Bu hoş
giyimli, yakınına varıldığında insanın burnuna hoş kokular salan, birazda
karşısındakine burnu havada birisiymiş gibi izlenim bırakan adam, yüzünde hayat
çizgileri, üstünde mütevazı kıyafetleri olan gariban adamdan oldukça farklı
biridir. Yaşlı adam hal böyleyken dahi
bir mümini sıkıntı anında yalnız bırakmamak ümidiyle yanına gider ve
sıkıntısını sorar. Adam biraz yadırgamış olacak ki net bir cevap vermez yaşlı
adama. Daha sonra ısrarlara dayanamayarak açar içindeki sıkıntıyı döker bir
dere misali dışarıya. Yaşlı amca dinler büyük bir azim ve şefkatle anlattıklarını.
Yaşlı adam kendi hayat tecrübesine dayanarak verir öğütlerini teker teker. Bu,
kısayla uzun arasında yaptıkları sohbetten sonra adam müsaade isteyerek ve
içinde büyük bir huzurla ayrılır oradan. Yaşlı ve gariban olan adamın da
yüreğinde bir kardeşinin sıkıntısını hafifletmiş olmanın verdiği huzur vardır.
Günler geçer
ve bu iki insanın yolları tekrar kesişir bir yerde. Ama durum bu kez çok
farklıdır. Yaşlı adam selam verip, hal hatır sormak ister ama karşılaştığı
durum kendisini hayal kırıklığına uğratır. Adam; yaşlı, fakir görünümlü, kendi
halinde olan bu adamı tanımadığını iddia eder. Yanında bulunan diğer
arkadaşlarına karşı mahcup olmak istemez. Bu sebeple; bu adam beni biriyle karıştırıyor
deyip başından savar. Bir kahvenin bile kırk yıl hatırı var iken yaptığı
iyiliğin böyle hatırsızlıkla karşılanması incitir yüreğini ve yaptığı iyilikten
bin pişman olarak sayar, söver iyiliği dokunan adama!
BİZE TAŞ
ATANA TAŞ MI ATMALIYIZ?
Yaptığı iyiliğin
sonucunda karşılığını görmeyen yaşlı adam, tavrını hemen değiştirip iyiliğini karşısındakinin
yüzüne vurmuştur daha amiyane bir tabirle başına kakmıştır. Genele bakıldığı zaman da vaziyet farklı
değildir. Bir teşekkürü olmalı deriz kendimizce yaptığımız iyiliğin. Bir
karşılığı olmalı mutlaka! Ve bu hikâyede olduğu gibi iyiliğimize karşılık
iyilik dokunacağı yerde; fenalık, bir teşekkür yerine, vefasızlık gördüğümüzde
biz de karşımızdakinin seviyesine inerek çirkinleşiriz. Bazen içimizde intikam
ateşi çakar, bazen nefret doğar. Ama asıl olması gereken bize taş atana taş
atmak değil de taş atana gül atmaktır hiç şüphesiz. Büyüklerimizde bu hususta yaptığın
iyiliği unut ama yaptığın kötülüğü unutma! İyilik yap denize at gibi ifadelerle
iyilik yapmanın aslında bir karşılık için olmadığını bize anlatmışlardır.
Yine Ali İmran suresi 134. Ayet-i kerimede;
‘’ Allah
ihsanda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!’’ buyrulmaktadır.
İYİLİK
YAPARKEN İHLÂSIMIZ ÖNEMLİ!
Yaptığımız
bir yardımın karşılığını göremeyince bir daha aynı kişiye yardım etme isteği
kaybolur içimizde. Hatta duyarız çok sık;
falancaya o kadar iyiliğim dokundu teşekkür edeceğine şöyle şöyle davrandı.
Bir daha kimseye iyilik yapmam! İyilik yaptım ağzım yandı! Ve tabiri caizse
selam verdim borçlu çıktım atasözü de bu konu için sıkça kullanılmaktadır.
Halbuki
yardıma muhtaç birine iyilik yaptığımızda karşılığını evvela yüce rabbimizden
beklemeliyiz. Çünkü bütün iyiliklerin karşılığı şüphesiz ondadır.
Nitekim Zil-zal
suresi 7. Ayet-i kerimede; ‘’Artık kim zerre kadar bir iyilik yapıyorsa onu
görecek’’ buyrulmaktadır.
Anlaşıldığı
üzere yapılan iyiliklerin zerresi dahi boşa çıkmayacaktır. Bunun aksini düşünüp
yapılan iyiliklerden maraz yani sıkıntı doğacağını düşünerek vazgeçmek bize
fayda sağlamaz. Ayrıca yapılan iyilikler üzerimize bir yük bir külfet değil de
bizim için bir huzur kaynağı olmalıdır. Biz büyük bir ihlâs yani samimiyet
içerisinde iyilik yapacak olursak bunun karşılığını farklı şekillerde dünyada
da görürüz. Misal olarak mesnevide geçen şu hadise pek ibretlidir:
Hz. Ali
savaş sırasında, altına aldığı Bir düşmanı öldürmek üzeredir. Tam o sırada,
düşmanı yüzüne tükür. Bunun üzerine Hz. Ali düşmana seni bağışlıyorum,
serbestsin der. Düşmanı olan savaşçı bu
duruma şaşırarak, ‘’beni öldürmekten seni vazgeçiren sebep nedir?’’ diye sorar.
Hz. Ali şöyle cevap verir: ‘’’ kılıcımı Allah yolunda ve onun rızası için
kullanırım. Nefsim için değil. Sen savaşırken yüzüme tükürünce, nefsime ağır
geldi. Sana kızdım. O kızgınlıkla seni öldürseydim, nefsimin intikamını almış
olacaktım. Allah için öldürmüş olmayacaktım.’’ Hz. Ali’nin düşmanı bu sözleri
duyunca gönlünde Hakk’ın nuru parları ve imana gelir. Bu olay üzerine, o
yiğidin kabilesinden elli kadar kişi de Müslüman olur. Bu asil ve ince
davranış, insanları İslam ile şereflendirir.
SONUÇ
İTİBARİYLE ALMAMIZ GEREKEN İBRET!
Kıssadan
hisse alacak olursak eğer yapılan iyilikler ne kadar samimi ve içten olursa faydası
ve karşılığı da o kadar güzel olur. Gördüğümüz zıt tepkiler bizi iyilik
yapmaktan asla vazgeçirmemeli aksine bize azim vermeli. İyiliklerin karşılığını
ise evvela Allah’tan beklemeliyiz. Buna mukabil
beklentimiz Rabbimizden olunca karşılığı da yukarıdaki kıssa gibi büyük ölçüde
olacaktır.
Allah cümlemizi
iyilik yapanlardan eylesin. Yine yaptığımız iyiliklerin karşılığını en yüce
makam olan Allah Teâlâ’dan ummayı nasip etsin. İçimize ihlâs ve samimiyet
duygularını versin inşallah. ( âmin )