15 Mart 2012 Perşembe

İYİLİKTEN MARAZ DOĞAR (MI)?


İYİLİKTEN MARAZ DOĞAR (MI)?

Günlerden bir gün yaşlı bir adam; evlerinin yakınlarında bir bankta oturmuş, yüzünde keder izleri, gözlerinde yaş taneleri olan, ilk bakışta düzgün giyimli ve varlıklı birine benzeyen bir adamın sıkıntısına şahit olur ve yüreği el vermediği için adamın yanına gidip sıkıntısını sormaya karar verir.

Bu hoş giyimli, yakınına varıldığında insanın burnuna hoş kokular salan, birazda karşısındakine burnu havada birisiymiş gibi izlenim bırakan adam, yüzünde hayat çizgileri, üstünde mütevazı kıyafetleri olan gariban adamdan oldukça farklı biridir.  Yaşlı adam hal böyleyken dahi bir mümini sıkıntı anında yalnız bırakmamak ümidiyle yanına gider ve sıkıntısını sorar. Adam biraz yadırgamış olacak ki net bir cevap vermez yaşlı adama. Daha sonra ısrarlara dayanamayarak açar içindeki sıkıntıyı döker bir dere misali dışarıya. Yaşlı amca dinler büyük bir azim ve şefkatle anlattıklarını. Yaşlı adam kendi hayat tecrübesine dayanarak verir öğütlerini teker teker. Bu, kısayla uzun arasında yaptıkları sohbetten sonra adam müsaade isteyerek ve içinde büyük bir huzurla ayrılır oradan. Yaşlı ve gariban olan adamın da yüreğinde bir kardeşinin sıkıntısını hafifletmiş olmanın verdiği huzur vardır.

Günler geçer ve bu iki insanın yolları tekrar kesişir bir yerde. Ama durum bu kez çok farklıdır. Yaşlı adam selam verip, hal hatır sormak ister ama karşılaştığı durum kendisini hayal kırıklığına uğratır. Adam; yaşlı, fakir görünümlü, kendi halinde olan bu adamı tanımadığını iddia eder. Yanında bulunan diğer arkadaşlarına karşı mahcup olmak istemez. Bu sebeple; bu adam beni biriyle karıştırıyor deyip başından savar. Bir kahvenin bile kırk yıl hatırı var iken yaptığı iyiliğin böyle hatırsızlıkla karşılanması incitir yüreğini ve yaptığı iyilikten bin pişman olarak sayar, söver iyiliği dokunan adama!

BİZE TAŞ ATANA TAŞ MI ATMALIYIZ?

Yaptığı iyiliğin sonucunda karşılığını görmeyen yaşlı adam, tavrını hemen değiştirip iyiliğini karşısındakinin yüzüne vurmuştur daha amiyane bir tabirle başına kakmıştır.  Genele bakıldığı zaman da vaziyet farklı değildir. Bir teşekkürü olmalı deriz kendimizce yaptığımız iyiliğin. Bir karşılığı olmalı mutlaka! Ve bu hikâyede olduğu gibi iyiliğimize karşılık iyilik dokunacağı yerde; fenalık, bir teşekkür yerine, vefasızlık gördüğümüzde biz de karşımızdakinin seviyesine inerek çirkinleşiriz. Bazen içimizde intikam ateşi çakar, bazen nefret doğar. Ama asıl olması gereken bize taş atana taş atmak değil de taş atana gül atmaktır hiç şüphesiz. Büyüklerimizde bu hususta yaptığın iyiliği unut ama yaptığın kötülüğü unutma! İyilik yap denize at gibi ifadelerle iyilik yapmanın aslında bir karşılık için olmadığını bize anlatmışlardır.
 Yine Ali İmran suresi 134. Ayet-i kerimede;
‘’ Allah ihsanda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!’’ buyrulmaktadır.
İYİLİK YAPARKEN İHLÂSIMIZ ÖNEMLİ!
Yaptığımız bir yardımın karşılığını göremeyince bir daha aynı kişiye yardım etme isteği kaybolur içimizde. Hatta duyarız çok sık;  falancaya o kadar iyiliğim dokundu teşekkür edeceğine şöyle şöyle davrandı. Bir daha kimseye iyilik yapmam! İyilik yaptım ağzım yandı! Ve tabiri caizse selam verdim borçlu çıktım atasözü de bu konu için sıkça kullanılmaktadır.
Halbuki yardıma muhtaç birine iyilik yaptığımızda karşılığını evvela yüce rabbimizden beklemeliyiz. Çünkü bütün iyiliklerin karşılığı şüphesiz ondadır.
Nitekim Zil-zal suresi 7. Ayet-i kerimede; ‘’Artık kim zerre kadar bir iyilik yapıyorsa onu görecek’’ buyrulmaktadır.
Anlaşıldığı üzere yapılan iyiliklerin zerresi dahi boşa çıkmayacaktır. Bunun aksini düşünüp yapılan iyiliklerden maraz yani sıkıntı doğacağını düşünerek vazgeçmek bize fayda sağlamaz. Ayrıca yapılan iyilikler üzerimize bir yük bir külfet değil de bizim için bir huzur kaynağı olmalıdır. Biz büyük bir ihlâs yani samimiyet içerisinde iyilik yapacak olursak bunun karşılığını farklı şekillerde dünyada da görürüz. Misal olarak mesnevide geçen şu hadise pek ibretlidir:
Hz. Ali savaş sırasında, altına aldığı Bir düşmanı öldürmek üzeredir. Tam o sırada, düşmanı yüzüne tükür. Bunun üzerine Hz. Ali düşmana seni bağışlıyorum, serbestsin der.  Düşmanı olan savaşçı bu duruma şaşırarak, ‘’beni öldürmekten seni vazgeçiren sebep nedir?’’ diye sorar. Hz. Ali şöyle cevap verir: ‘’’ kılıcımı Allah yolunda ve onun rızası için kullanırım. Nefsim için değil. Sen savaşırken yüzüme tükürünce, nefsime ağır geldi. Sana kızdım. O kızgınlıkla seni öldürseydim, nefsimin intikamını almış olacaktım. Allah için öldürmüş olmayacaktım.’’ Hz. Ali’nin düşmanı bu sözleri duyunca gönlünde Hakk’ın nuru parları ve imana gelir. Bu olay üzerine, o yiğidin kabilesinden elli kadar kişi de Müslüman olur. Bu asil ve ince davranış, insanları İslam ile şereflendirir.
SONUÇ İTİBARİYLE ALMAMIZ GEREKEN İBRET!
Kıssadan hisse alacak olursak eğer yapılan iyilikler ne kadar samimi ve içten olursa faydası ve karşılığı da o kadar güzel olur. Gördüğümüz zıt tepkiler bizi iyilik yapmaktan asla vazgeçirmemeli aksine bize azim vermeli. İyiliklerin karşılığını ise evvela Allah’tan beklemeliyiz.  Buna mukabil beklentimiz Rabbimizden olunca karşılığı da yukarıdaki kıssa gibi büyük ölçüde olacaktır.
Allah cümlemizi iyilik yapanlardan eylesin. Yine yaptığımız iyiliklerin karşılığını en yüce makam olan Allah Teâlâ’dan ummayı nasip etsin. İçimize ihlâs ve samimiyet duygularını versin inşallah.  ( âmin )


DOĞRU SÖYLEYENİ DOKUZ KÖYDEN KOVARLAR DÜŞÜNCESİ DOĞRU BİR DÜŞÜNCE MİDİR?


CENAB-I HAK AZHAP SÜRESİ 70. AYETİ KERİMEDE ŞÖYLE BUYURMAKTADIR;

"EY İMAN EDENLER ALLAH'DAN SAKININ VE DOĞRU SÖZ SÖYLEYİN."

VE YİNE PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (SAV) YALAN HAKKINDA ŞÖYLE BUYURDUĞU RİVAYET EDİLİR:

SAFVAN BİN SÜLEYM (r.a) ANLATIYOR: RASULULLAH S.A.V. EFENDİMİZE: -MÜMİN KORKAK OLABİLİR Mİ? DİYE SORULDU -EVET OLABİLİR! BUYURDU -MÜMİN CİMRİ OLABİLİR Mİ? DİYE SORULDU ALLAH RASULÜ YINE EVET OLABİLİR BUYURDU -PEKÂLÂ MÜMİN YALANCI OLABİLİR Mİ? DİYE SORULDU. RASULULLAH S.A.V. BU SEFER: HAYIR ASLA! BUYURDU. (MUVATTA; KELAM, 19; BEYHAKI, ŞUAB,|V,207)

AYET VE HADİSİ ŞERİFTEN DE ANLAŞILDIĞI ÜZERE YALAN KÖTÜ BIR HASLETTİR. KEZA MÜMİN OLAN BİR KİMSEDE BU KÖTÜ HUY BULUNMAMALIDIR. DOĞRULUKTAN AYRILMAK, SEBEBI NE OLURSA OLSUN HİÇBİR MÜMİNE YAKIŞMAZ. ZİRA YALAN SÖZ İNSANI BÜYÜK SORUMLULUKLARIN ALTINA SOKAR. GEREK BU DÜNYADA GEREKSE AHİRETTE VEBALİ YALAN SÖYLEYEN KİŞİNİN PEŞİNİ BIRAKMAZ.

PEKİ, HAL BÖYLE İKEN DİLİMİZDEN EKSİK ETMEDİĞİMİZ DOĞRU SÖYLEYENİ DOKUZ KÖYDEN KOVARLAR SÖZÜ NEYİ IFADE EDİYOR?

BU SÖZ ÖYLE YAYGINLAŞMIŞ BİR DURUMDA Kİ YALAN SÖYLEMEYİ MEŞRULASTIRIYOR ADETA. ASLINDA BU YANLIŞ FİKİR, DOĞRU SÖZ SÖYLEDİĞİMİZ TAKDİRDE KARŞIMIZDAKİNİN VERDİĞİ TEPKİYLE DE DOĞRUDAN ORANTILIDIR. KİŞİ DOĞRUYU SÖYLEDİĞİ TAKDİRDE AŞIRI TEPKİYLE KARŞILAŞIYORSA YALANA SIĞINMA GİBİ BİR ACİZLİĞİN VEBALİ ALTINA GİRİVERİYOR ÇÜNKÜ. BU SÖZÜN SÖYLENMESİ SÖYLEYENE MEŞRULUK ADDETTİĞİ GİBİ SÖYLETENE DE AİTTİR. ZİRA GERÇEKLER ACIDIR DİYE BİR SÖYLEM VARDIR. BU SEBEPLE GERÇEKLERİ DUYMAK ACILARI DUYMAK OLABİLECEĞİ İÇİN ASABIMIZI BOZABİLİYOR BİZİMDE. ACILARI DUYUYORSAK, KARŞIMIZDAKİNE DE TEPKİ VEREBİLİYORUZ. İNSAN GÜZELE MEYİLLİDİR NİHAYETİNDE. KÖTÜ OLANI DUYMAK VE BİLMEK İSTEMEZ. BU GERÇEKLERİ GÖZ ÖNÜNE ALDIĞIMIZDA, ŞAHSIMIZA YALAN SÖYLENMESİ NE YAZIK Kİ MUHTEMEL OLUYOR. YALAN SÖYLEMEK NE KADAR DOĞRU DEĞİLSE, AYNI ŞEKİLDE DOĞRULARI DUYDUĞUMUZ VAKİT AŞIRI TEPKİ VERMEK, DOĞRU SÖYLEYEN İNSANI PİŞMAN EDECEK HAL VE DAVRANIŞLARDA BULUNMAKTA YANLIŞ BİR DAVRANIŞ BİÇİMİDİR.

BU DOĞRULTUDA HAREKET EDEN KİŞİ DE; DOĞRUYU SÖYLEDİM KABAHATLİ OLDUM DİYOR VE BİR DAHA DOĞRUYU SÖYLEMEYE ÇEKİNİYOR. HÂLBUKİ DOĞRU SÖYLEDIĞIMİZ DURUM EĞER BİZİ BU DÜNYADA MAHCUP EDECEKSE YALAN SÖYLEDIĞIMİZ TAKDİRDE AHİRETTE BİZİ DAHA BÜYÜK MAHCUPLUK VE RÜSVALIK BEKLIYOR DEMEKTİR. ŞUNU DA BİLMELİYİZ Kİ BU DÜNYANIN MAHCUPLUĞU AHİRET MAHCUPLUGUNDAN HİÇ ŞÜPHESİZ DAHA HAFİFDİR. NİTEKİM BU HUSUSTA PEYGAMBER EFENDIMIZ S.A.V. ŞÖYLE BUYURMAKTADİR. "YALAN KİŞİYİ FÜCURA, FÜCUR DA CEHENNEME GÖTÜRÜR. KİŞİ YALAN SÖYLEMEYE DEVAM ETTİKÇE, SONUNDA ALLAH İNDİNDE YALANCI OLARAK YAZILIR. "

BUNA BUKABİL OLARAK, NE OLURSA OLSUN KİŞİ YALAN SÖZ SÖYLEMEYİ HAFİFE ALMAMALI, DOĞRULUKTAN DA ŞAŞMAMALIDIR.

BU KONUDA BİR HUSUS DAHA VARDIR Kİ O DA DOĞRUNUN SÖYLENME ŞEKLİDİR. EĞER SÖYLEYECEĞİMİZ SÖZÜN YERİNİ, ZAMANINI SEÇEMEZ İSEK VE BÖYLELİKLE KARŞIMIZDAKİ KİŞİYİ RENCİDE EDECEK BİR DAVRANIŞA GİRECEKSEK BU DA DOĞRULUKTAN ZİYADE KALP KIRMAYA SEBEBİYET VERECEKTİR. EĞER SÖYLENECEK DOĞRU KARŞIMIZDAKİYLE BİREBİR HALLEDECEĞİMİZ BİR DURUM İSE BUNUN ADABINA RİAYET ETMELİ, USLUBUMUZA İTİNA GÖSTERMELİYİZ.

DOĞRU DİYE SÖYLEYECEĞİMİZ SÖZ, BUNU; ULU ORTA YERDE, OLMADIK ŞEKİLDE SARF ETMEK DOĞRU DEĞİLDİR… DOĞRU OLANINDA KENDİNE ÖZGÜ SÖYLENME BİÇİMİ VARDIR. ZİRA ATALARIMIZ BU ŞEKLE UYMAYANLARA; KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK DEYİMİNİ LAYIK GÖRMÜŞLERDİR.
ANLATILANLARDAN HÂSIL OLAN; DOĞRUYU DOĞRU ŞEKLİYLE SÖYLEMEK VE YALANI MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN DE DOĞRU SÖYLEYENİ DOKUZ KÖYDEN KOVARLAR SÖZÜNE SIĞINMAMAK İCABET EDER

12 Mart 2012 Pazartesi

ALLAH'IN HAKKI ÜÇ'TÜR DERİZ İYİDE BU SÖYLEMLE NE DEMEK İSTERİZ?


Birçok kişiden duyarız Allah’ın hakkı üçtür cümlesini... Peki, Allah’ın hakkı üçtür kuralını kim koymuş? Bu konuda ne kadar bilinçliyiz? Hayatımızı bu üç kuralına göre mi şekillendirmeliyiz?
Peki, üç sayısını bu kadar özel kılan ne? Niye bir iki veyahut dört beş değil de üç?

Aslına bakarsanız bir rivayete göre Oğuz kağan ve göklerin kızının üç oğlu Gün han
Ay han ve Yıldız handan gelir 3 hurafesi. Ayrıca üç sayısı hükümdarlık sembolü üç gümüş ok ile de perçinlenmiştir. Anadolu da yaşatılan ve pek bilinmeyen birçok inançtan sadece
bir tanesidir.

Yine Hıristiyan inancında ise baba-oğul-kutsal ruh üçlemesine rastlarız.

Bu üçleme mısır mitolojisinde ise (İsis-Osiris-Horus) şeklindedir.
Yine Hint felsefesinde tanrının üç yüzü vardır; yaratıcı brahma, koruyucu visnu ve yok edici şiva...

Tanrısal betimlemelerde genelde üç ana öğeye vurgu yapılır. Eski mo dilinde
üçten sonra rakam gelmediği iddia edilir… Nedeni ise; Eskimolar için üçten sonra üçten fazlası dile getirilmeyecek kadar çoktur. En fazla üçe kadar sayıları telaffuz ederler sonradan gelenleri de ‘çok‘diye nitelendirirler.

üç bir çok insanın uğurlu rakamıdır. Tüm masallarda ölmek üzere olan yaslı babanın küçük, büyük ve ortanca oğlu vardır. Ünlü filozof platondan beri ideal; üç ana kavramla yani iyi doğru ve güzel in bileşkesi olarak ele alınmıştır. Napolyon hayatta en değerli gördüğü şeyi tam üç kez tekrarlarmış; para para para gibi. Bizde de vatan millet Sakarya söylemiyle en önemli konuların üç ile sınırlandırıldığını gösteriyor. Ya da üç dilek tutmak gibi bir inanca sahibiz çoğumuz Alaaddin’in lambasında da rastlayacağımız üzere her daim üç dilek tutulması telkin edilir. Bir iki ya da beş değil insana üç şans verilir.  

Gelgelelim Allahın hakkı üç dür demekle de bunu söylemiş oluruz. Yüceler yücesi, her şeye gücü yeten Rabbimiz, kullarına sayısız değil de sadece üç hak tanıyacağını ima ederiz, hakkımız ve bilgimiz olmadan. Birçok yerde buna benzer üçlü betimlemeler vardır aslında ama hiçbirinin aslı astarı yoktur. Eski veya sonradan tahrif edilmiş dinlerin çoğunda üçün gücüne atıflar yapılmıştır. Eğer üç sayısın da böyle bir güç olsaydı kâinat yedi günde değil de üç günde yaratılırdı. Dört büyük Peygamber dört büyük kitap veyahut dört büyük melek olmazdı da üç tane olurdu… Kur’an ve sünnette ne Allah Teâlâ’nın kuluna üç hak tanıdığı ne de daha az veya daha fazla tanıyacağı gibi bir şey yer almaz.
İhlâs suresinde de anlatıldığı üzere Allah birdir ve tektir ama sonradan tahrif edilmiş olan Hıristiyanlıkta bu böyle değildir. Nisa suresi 171. ayette Allah üçtür demeyin buyrulmaktadır.
Bilinçsizce söylenen Allah’ın hakkı üçtür kelimesi de Allah Teâlâ (cc).una sınır getirmek olur ki çok yanlış bir yola saptırmış olur bizleri. Nitekim Zilzal suresi 7. ayette ‘kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür ve yine kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür’ buyrulmaktadır… Yine Nasr suresi 3. Ayet-i Kerime de ‘Rabbini Hamd ile tespih et ondan bağışlanma dile zira o tövbeleri çok çok kabul edendir’…

 Velhasıl bu ayeti Celilelerden de anlaşılacağı üzere Allah’ın kuluna üç hak tanıyormuşçasına söylenen bu ifade kesinlikle yanlış bir ifadedir.
Bu yanlış kelimeyi kesinlikle kullanmamalı ve yeni yetişen çocuklarımıza da bu kelimeyi öğretmemeliyiz. Geleceğin yetiştiricileri olarak önce kendimiz böyle bir kelimeyi telaffuz ediyorsak derhal terk etmeli ve söyleyenlere de bu kelimenin yanlışlığında Yüce Rabbimizin sınırsız ilme, güce, merhamete sahip olduğundan bahsetmeli ve Allah’ın hakkı üçtür gibi bir sınırlandırmayla vebal altına girebileceğimizi hatırlatmalıyız.

Allah (cc) bilmediklerimizden bizi sorumlu tutmasın öğrendiklerimizi de derhal özen ve titizlikle hayata geçirme erdemini gösterebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin (âmin)