Bugünlerde en fazla dile pelesenk olmuş bir dua vardır;
“aman Allah kimseye muhtaç etmesin” diye. O kadar önemlidir ki bu dua dosta(!)
düşmana muhtaç olunmasından şiddetle kaçındığımız için virdimiz haline
gelmiştir. Buna mukabil hiçbir şekilde kimseye muhtaç duruma düşmemek için de
bir o kadar hayatla mücadele içerisinde yaşarız. Bu uğurda ne gerekiyorsa,
elimizden geleni ardımıza koymayız adeta. Bunun için ise belli başlı kurallar
vardır. İyi bir sağlık, iyi bir maddi güce sahip olmak, iyi bir aileye sahip
olmak ve kendi kendine yetebilmek gibi… Sırf bu sebepten ötürü, kendimizi
bildik bileli bu en'lerin hepsinin kendimizde toplanması için çabalar sarf
ederiz. Çünkü öyle bir deyimin varlığı var ki bizi hayata karşı, insanlara
karşı gardımızı almaya mecbur eder. O söz yazıya konu olan
'düşenin dostu
olmaz' klişesidir. Dostluklardan ümidimizin kesilmesini de ifade
eder bu söylem. Çıkarsız, saf, temiz ve sırf Allah rızası için seven, sayan
hakiki bir dost bulmak hayli zorlaştı çünkü.
DOST KİMDİR, KİME DENİR?
Dost kelimesi sözlükte; birini içten duygularla seven, her
bakımdan kendisine güvenilir kimse diye geçer. Keza dostluk kelimesi de; birine
veya bir şeye karşı duyulan içten ve güvenilir sevgi duyma, dost olma durumu
diye karşılık bulur.
O halde dostluk kelimesi bir insanla aramıza girmişse
akabinde güvenilir olma durumunu da üzerimize etiketlemiş oluruz. Her durumda
güven duyulan bir dostluğa ise ihtiyaç duymayan hemen hiç kimse yoktur
diyebiliriz. Lakin artık dostluk kelimesi dillerde öyle alelade bir biçimde
sarf edilir oldu ki; dostluk gibi çok önemli bir müesseseyi dahi iki ayrı
guruba ayırır olduk. Bu “iyi gün dost'u” ve “kötü gün dost'u”
olarak karşımıza çıkar oldu maalesef. Hâlbuki sözlük manasında da belirtildiği
üzere, dost kişi her halükarda dostluğu ifade eder. İşte dostluk kavramı da iyi
günde ayrı kötü günde ayrı karaktere büründüğü için insanların güvenini sarstı.
Bu deyimde böylelikle türemiş oldu. İnsanlar kime dostum diyeceğini şaşırdı. Bu
gün var olan dost'u kötü günün de bir bakmışsın düşman saflarında görür
oluyorsun. İyi gününde, mutlu gününde
arkanda duran dostun, dara düştüğünde senden kaçar, yüzünü çevirir oluyor. O
halde kim nasıl dost diyebilir böylesine?
İSLAM DİNİNİN DOSTLUK KAVRAMINA BAKIŞ AÇISI NASILDIR?
İslam dini dostluğu bir bakıma İslam kardeşliği çatısı
altında izafe eder. Ve böyle bir duyguyla yani İslam kardeşliği duygusuyla,
dostlukları hakiki manada pekiştirme amacındadır. Ne yazık ki şimdilerde 'bireyselcilik' ön planda tutulduğu için İslam kardeşliğine
bağlı samimi dostluklarda neredeyse mumla aranır hale geldi. Peki, İslam
kardeşliğinin önerdiği dostluk düşenin de, ayakta duranında dostu olmayı nasıl
anlatır bizlere dersiniz?
İslam dini öncelikle dost bulmaktan ziyade iyi bir dost
olmanın yollarını gösterir bizlere. Yardımlaşmanın, haberleşmenin, hal hatır
sormanın, hasta ziyaretinin, selamlaşmanın ve tebessümle bile olsa insanların
gönüllerine ferahlık vermenin gerekliliğini sunar bize. Bu ve benzeri güzel
hasletler de ferdi bir yaşam tarzından ziyade sosyal bir yaşam tarzının
benimsenmesine, bireyselciliğin değil de toplumla uyumlu bir şekilde hayat
sürmenin lüzumunu aşılar. Nitekim insanların birbirine iyi günde ve kötü günde
yardımlaşması Cenab-ı Hakk'ın da razı olduğu bir haslettir. Zira şu ayeti kerime de
buna misal teşkil eder;
“… iyilik ve takva üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın!..” (el-maide, 2)
Yine sıkıntı ve dar zamanda yardımlaşmanın önemine binaen şu
hadisi şerif örnek verilebilir: “ Kim bir mü'minin dünya
sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından
birini giderir. Kim darda kalan birine kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya
ve ahrette kolaylık gösterir...” (müslim, zikr, 37 38) bu Hadis-i Şerif'in
mahiyeti mucibince hareket eden bir insan kuşkusuz iyi bir dost olacaktır.
Unutmamalı ki aradığın dost'u bulamıyorsan aranılan dost ol diye de meşhur bir
söz vardır. Toplumlar her zaman belli bir nizam ve intizam içerisinde yaşamaya
alışkındır. Bu nizam ve intizam bozulacak olursa da kargaşa dahi hır gür alıp
başını gider. Böyle bir ortamda da ne güvenilir bir dost bulunur ne de
hayatımız güzelliklerle idame olur. Toplumu bu tarz bir girdabın içerisine
çekmemek de biz bilinçli insanların en asli görevidir. Öğrendiklerimizi evvela
bizzat kendi şahsımızda sergilemeli, eşimize arkadaşıma, darda kalana,
sıkıntıya düşene ve tüm insanlığa hayırlı birer dost olma yolunda olmalıyız.
Düşmanlık kimsenin ameline zarardan başka bir şey getirmez. Yapılan iyilikler
ise hem bu dünyada hem de ahrette insana ancak ve ancak saadet kapılarını açar.
O halde düşenin dostu olmaz gerçeğini biz yıkalım ve düşene de,
düşmeyene olduğu kadar hakiki birer dost olalım!