31 Ağustos 2012 Cuma

EYLÜL...



Eylül; görülmeyen yüzü hayatlarımızın...
bir buğulu camın ardına saklanmak gibiydi onun ardına saklanışım
eylül; gizli bir melal yüreklerimizde 
ve yalnızlığımızın en derin çizgisi yüzümüzün...

30 Ağustos 2012 Perşembe

HAK HUKUK ADALET VARDA KİMİN ELLİNDE?




Kendimi bildim bileli memurluk revaçtaydı ülkemizde. Çocukluğumun birçok evresinde rastlardım ününe. İzlediğim birçok filmin ana temasıydı. Dahi dillerde pelesenk olmuş ünü.

Garantiliydi çünkü. İşten atılma derdi yoktu memurun. Memur mu; hemen kız verilirdi. Memur mu; başa taç edilirdi. Öyle kıymetliydi ki memuru sırtında taşısan, elini ayağını öpsen; yeridir gözüyle bakılırdı.
Hal böyle olunca birçok kişi mesleğini seçerken memuriyete girebileceği meslekleri seçmeye başladı. Özel sektörün gideremediği güvensizliğe karşı kendilerini devlet güvencesinde buldu insanlar. Evet, bu fikir fena da değildi. İş bulunuyordu. Aş bulunuyordu. Tatili belli, giriş çıkış saati belliydi. Kafası rahat edecekti çalışanın. Tüm bu imkânlar cezp ediciydi ve gün geçtikçe ününe ün katıyordu memuriyet. Bu ünü halen bugünde var olmakta kuşkusuz.
Günümüz de gelinen noktaya gelince ününe ün katıldı ve en çok tercih edilen iş sahası devlet güvencesi altına girmek oldu. Bu da beraberinde birçok zorluğu getirdi. Talep artınca memur atamalarında sınav yöntemine gidildi. Belirli şartlar, vasıflar aranır oldu. Tabiri caizse ellini kolunu sallayanın giremeyeceği bir kurum haline getirildi.
Bugün polisinden tutun öğretmenine dahası hemşiresinden doktoruna geniş bir alana sahip memuriyet. Ama böylesine büyük bir kurum haline gelmesine karşın bariz sıkıntılar mevcut. Bir bakıyorsunuz sistem çorba gibi olmuş. Birbirine karışmış. Örneğin doğuya gitmek isteyeni batıya, batıya gitmek isteyeni doğuya gönderir olmuşlar. Mazereti olanın gözünün yaşına bakılmaz iken hiçbir mazereti olmayan yani çoluğu çocuğu olmayanlar istedikleri yerlerde konuşlanmışlar.
Hep rastladığım bir konu ise yamama yöntemi. Bir kuruma sekreter lazımsa açıkta bulunan öğretmeni, hemşireyi sekreter konumuna getiriyorlar.  Mesela bir örnek hemşirelik yapan bir hanım devlet hastanesinde açık kadro olmadığı İçin valiliğe memur olarak atanıyor. Yapacak işi olmadığı içinde ekseriyetle evinde zaman geçiriyor. İlginç bir tarafı daha var ki; işin ehli olan hala valilikte kadro açılmasını bekliyor.

Bir bakıyorsunuz devlet hastanesinin kadrosuna eli klavye tutmayan getiriliyor ama on elinde on marifet klavye ustası tıp sekreterliği mezunları atama sırası bekliyor. Yine öğretmen kadrosuna gelemeyenleri polis kadrolarında görmek hiç de şaşırtıcı bir durum değil artık.
Merak ediyorum bu sistemi çalıştıranların beyninin nasıl çalıştığını? Yakında doktor atanamadığı için; açık var diye hemşire mi olacak? Öğretmen olamayan açık olan yere defter tutmaya mı gönderilecek?
O zaman bu gençler neden onca yıl bu meslekleri öğrenmek için okul sıralarında dirsek çürütüyorlar? Mesleğini yapamayacaksa onlara niye ümit veriliyor, sonra da bu ümitler neden boşa çıkarılıyor.
Beklide bu da bir sistem hatasıdır sevgili okur. Çünkü bu vatandaşın duymadığı bir bahane değil. Nereye gitsek bir sistem hatası ile karşılaşıyoruz. Öyle alıştırıldı ki bize, birileri çıkıp bu karışıklıklar sistem hatasından dese öylece kabul edeceğiz.
Hâsılı hakkı adaleti biliyoruz, savunuyoruz ama bu hak ve adalet hak edene mi uygulanılıyor, hak edildiği gibimi kişilere dağıtılıyor orasını bil(e)miyoruz.
O zaman bizde sorarız bizim hakkımız olan kimin elinde?

26 Ağustos 2012 Pazar

DÜŞENİN DOSTU OLMAZ! MI ACABA?



Bugünlerde en fazla dile pelesenk olmuş bir dua vardır; “aman Allah kimseye muhtaç etmesin” diye. O kadar önemlidir ki bu dua dosta(!) düşmana muhtaç olunmasından şiddetle kaçındığımız için virdimiz haline gelmiştir. Buna mukabil hiçbir şekilde kimseye muhtaç duruma düşmemek için de bir o kadar hayatla mücadele içerisinde yaşarız. Bu uğurda ne gerekiyorsa, elimizden geleni ardımıza koymayız adeta. Bunun için ise belli başlı kurallar vardır. İyi bir sağlık, iyi bir maddi güce sahip olmak, iyi bir aileye sahip olmak ve kendi kendine yetebilmek gibi… Sırf bu sebepten ötürü, kendimizi bildik bileli bu en'lerin hepsinin kendimizde toplanması için çabalar sarf ederiz. Çünkü öyle bir deyimin varlığı var ki bizi hayata karşı, insanlara karşı gardımızı almaya mecbur eder. O söz yazıya konu olan 'düşenin dostu olmaz' klişesidir. Dostluklardan ümidimizin kesilmesini de ifade eder bu söylem. Çıkarsız, saf, temiz ve sırf Allah rızası için seven, sayan hakiki bir dost bulmak hayli zorlaştı çünkü.
DOST KİMDİR, KİME DENİR?
Dost kelimesi sözlükte; birini içten duygularla seven, her bakımdan kendisine güvenilir kimse diye geçer. Keza dostluk kelimesi de; birine veya bir şeye karşı duyulan içten ve güvenilir sevgi duyma, dost olma durumu diye karşılık bulur.
O halde dostluk kelimesi bir insanla aramıza girmişse akabinde güvenilir olma durumunu da üzerimize etiketlemiş oluruz. Her durumda güven duyulan bir dostluğa ise ihtiyaç duymayan hemen hiç kimse yoktur diyebiliriz. Lakin artık dostluk kelimesi dillerde öyle alelade bir biçimde sarf edilir oldu ki; dostluk gibi çok önemli bir müesseseyi dahi iki ayrı guruba ayırır olduk. Bu “iyi gün dost'u” ve “kötü gün dost'u” olarak karşımıza çıkar oldu maalesef. Hâlbuki sözlük manasında da belirtildiği üzere, dost kişi her halükarda dostluğu ifade eder. İşte dostluk kavramı da iyi günde ayrı kötü günde ayrı karaktere büründüğü için insanların güvenini sarstı. Bu deyimde böylelikle türemiş oldu. İnsanlar kime dostum diyeceğini şaşırdı. Bu gün var olan dost'u kötü günün de bir bakmışsın düşman saflarında görür oluyorsun.  İyi gününde, mutlu gününde arkanda duran dostun, dara düştüğünde senden kaçar, yüzünü çevirir oluyor. O halde kim nasıl dost diyebilir böylesine?

İSLAM DİNİNİN DOSTLUK KAVRAMINA BAKIŞ AÇISI NASILDIR?

İslam dini dostluğu bir bakıma İslam kardeşliği çatısı altında izafe eder. Ve böyle bir duyguyla yani İslam kardeşliği duygusuyla, dostlukları hakiki manada pekiştirme amacındadır. Ne yazık ki şimdilerde 'bireyselcilik'  ön planda tutulduğu için İslam kardeşliğine bağlı samimi dostluklarda neredeyse mumla aranır hale geldi. Peki, İslam kardeşliğinin önerdiği dostluk düşenin de, ayakta duranında dostu olmayı nasıl anlatır bizlere dersiniz?
İslam dini öncelikle dost bulmaktan ziyade iyi bir dost olmanın yollarını gösterir bizlere. Yardımlaşmanın, haberleşmenin, hal hatır sormanın, hasta ziyaretinin, selamlaşmanın ve tebessümle bile olsa insanların gönüllerine ferahlık vermenin gerekliliğini sunar bize. Bu ve benzeri güzel hasletler de ferdi bir yaşam tarzından ziyade sosyal bir yaşam tarzının benimsenmesine, bireyselciliğin değil de toplumla uyumlu bir şekilde hayat sürmenin lüzumunu aşılar. Nitekim insanların birbirine iyi günde ve kötü günde yardımlaşması Cenab-ı Hakk'ın da razı olduğu bir haslettir. Zira şu ayeti kerime de buna misal teşkil eder;

“… iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın!..” (el-maide, 2)

Yine sıkıntı ve dar zamanda yardımlaşmanın önemine binaen şu hadisi şerif örnek verilebilir: “ Kim bir mü'minin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan birine kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahrette kolaylık gösterir...” (müslim, zikr, 37 38) bu Hadis-i Şerif'in mahiyeti mucibince hareket eden bir insan kuşkusuz iyi bir dost olacaktır. Unutmamalı ki aradığın dost'u bulamıyorsan aranılan dost ol diye de meşhur bir söz vardır. Toplumlar her zaman belli bir nizam ve intizam içerisinde yaşamaya alışkındır. Bu nizam ve intizam bozulacak olursa da kargaşa dahi hır gür alıp başını gider. Böyle bir ortamda da ne güvenilir bir dost bulunur ne de hayatımız güzelliklerle idame olur. Toplumu bu tarz bir girdabın içerisine çekmemek de biz bilinçli insanların en asli görevidir. Öğrendiklerimizi evvela bizzat kendi şahsımızda sergilemeli, eşimize arkadaşıma, darda kalana, sıkıntıya düşene ve tüm insanlığa hayırlı birer dost olma yolunda olmalıyız. Düşmanlık kimsenin ameline zarardan başka bir şey getirmez. Yapılan iyilikler ise hem bu dünyada hem de ahrette insana ancak ve ancak saadet kapılarını açar.
O halde düşenin dostu olmaz gerçeğini biz yıkalım ve düşene de, düşmeyene olduğu kadar hakiki birer dost olalım!