Balzac’ın 1835 yılında kaleme aldığı tahmin edilen Vadideki Zambak
kitabının başkahramanıdır Henritte. Tours' da bir vadide iki çocuğu ve
eşiyle güzel bir şatoda hayatlarını idame ettirmektedir. Aile olarak da şehrin
ileri gelenlerinden soylu ve zamanın kralına da yakın mevkilerde bulunan zengin
bir aile kızıdır. Dışarıdan bakıldığında çoğu insanın elde edemeyeceği bir
aileye sahip olsa da iki çocuğu hastalıklı dünyaya gelmiştir ve eşi b. De
Mortsauf mide rahatsızlığına tutulmuş biridir.
Buna mukabil Bayan de Mortsauf ise; ailenin tek ayakta
sağlam duran kadını olmakla birlikte; evin her işini gören dışarıdaki işlerinde
birçoğunun sorumluluğunu üstlenen çilekeş bir kadındır. Kocasının
rahatsızlığından dolayı azarlamalarına, sitemlerine, küçümsemelerine tahammül
gösterir. Kontes de Mortsauf ayrıca dindar bir katoliktir. Hayatı bu kargaşanın
içerisinde geçerken de hiçbir
sıkıntıyı dışarıdaki bir üçüncü kişiye aktarmaz.
Derken bir gün bir baloda hayatını tamamen değiştirecek
olan, 20'li
yaşlarına yeni basmış Felix ile karşılaşır. Felix bir şekilde yol yordam
çizerek hayatlarının içine dâhil olur. Kendini tüm aileye sevdirir. Bundaki
amaç ise ilk anda büyük aşkla gönlünü bağladığı Henritte'nin kalbini çalmaktır. Yedi
yıl boyunca da bu emele ulaşmak için büyük uğraşlar verir. O kadar büyük
sıkıntılarına rağmen bir kez bile olsun Henritte'den karşılık bulamaz. Bulduğu
tek karşılıksa anne şefkati olur.
Gelgelelim daha sonra anlaşılır ki; aslında karanlıklarının
içine bir güneş gibi doğan Felix'i henritte; Felix sin Henritte ye olan
aşkından daha büyük bir aşkla seviyordur. Ve bu aşkı kimseye itiraf edemeyip
içinde hapsettiği içinde dermansın mide hastalığına düçar olur ve sonunda ölür.
Aşkını kimseye söylememesi ise eşine ve çocuklarına olan
derin sadakatinin yanı sıra Rabbine olan sorumluluğudur da aynı zamanda. Hiçbir
şeyin önüne dini duygularını geçirmez. Emir ve yasakları hiçbir şeye değişmez,
ucunda ölüm dahi olsa harama yeltenmez. Kendini Felix'e meyletmekten alıkoymak için
daha fazlasıyla sarılır dinine. Çok fazla hayır yapar. Zamanın şatafatına
rağmen kendi özel masraflarını fakirlere bağışlar, nefsinin dizginlerini son
nefesine kadar ellerinde tutar.
Bu hikâyede benim ilgimi çeken ise; çoktan tahrip olmuş
Hıristiyanlığın kurallarına uyan bu kadının haramdan uzak kalmak için harcadığı
çaba. Kendi açımdan çok ibretli buldum. Zira sizinde dikkatinizi çekmek
istediğim bir husus şuanda tüm diriliğiyle ve Canlılığıyla hüküm süren İslam
dinini kabul eden biz Müslümanların haramlardan kaçmak için harcadığı çaba ve
gayret ne kadar? Ölüme götürecek kadar nefsimizden fedakârlık ettiğimiz ve sırf
Rabbimize kavuşacağımızda boynumuz bükülmesin diye terk ettiğimiz kaç haram
var? Bakınız kaçındığımız haram var mı demiyorum. Bizi ölümüne etkileyecek
kadar bağlı olduğumuz bir şeyden Allah için vazgeçebiliyor muyuz diyorum?
Umuyorum ki bizde birer Müslüman olarak haramlardan şiddetle kaçalım.
Ne var ki zıddı örneklerle sıkça karşılaşır olduk;
gazetelerde keza TV haberlerinde. Şöyle gazetelerin 3. Sayfalarına bir göz
atacak olsanız hemen her gün bir aldatma hikâyesi arkasından bir cinayet haberi
okuyoruz. Yine gündüz kuşağı programlarında birini sevip çoluğunu çocuğunu
nefsine tercih eden sevdiği adama veyahut kadına kaçan anne babalar mı
demezsiniz!
Annesinin babasının baskısına dayanamayıp evden kaçan evlatlar ki yağmurdan
kaçarken ziyadesiyle doluya tutulanlar mı demezsiniz… Dizilerde gençlere lanse
edilen tamamen ahlaki problemli içeriklere değinmiyorum bile…
Hâlbuki böylemi olmalı? Hayatlarımız bu kadar mı ucuz ki bir küçük
alevle tutuşturuyoruz, yıkıp geçiyoruz?
Bu kadar mı kıymetsiz ki hayatlarımız; dünyalık şatafata aldanıyoruz da
asıl saadet hayatı olan ahiret hayatını çiğneyip geçiyoruz anlık hevesler
uğruna! Dönüp bir bakmalıyız kendimize. Eğer İslam'a inandık ve iman ettik
derken aynı zamanda manşetlerde konu oluyorsa bir çok ahlaki değer dönüp Henritte'in
hayatından utanarak ibret almalıyız!
Şüphesiz Dini, ırkı, cinsiyeti her ne olursa olsun tüm insanlar bu
hayatı bir çizgi üzerinde devam ettiriyor. Henritte örneğinde olduğu gibi o
kendi çizgisini dini üzerinde çizdi. İnancı kadarıyla çareyi haramdan kaçmakta
ve dünya zevklerini terk edip ahiret zevklerini ön plana koymakta buldu.
Peki ya bizler çareyi nere de arıyoruz? Biz kullarına istikamet
üzere dosdoğru yolda ol diyen Rabbimize ne kadar kulak kesiyoruz ve ne ölçüde
haramlardan kaçıyoruz? Bu sorulara hakkıyla cevap vermez ve nefsimizin kölesi
halinde olursak kuşkusuz ki daha çok gazetelerin 3. Sayfa manşetlerinde
rastlarız bu tip haberlere.
Her şeyi geçtim, tek tahrip olmayan ve kıyamete kadar da hükmünü
sürecek din olan İslam'a tabi olan biz Müslümanlar olarak, Hıristiyanlık
dininin tahrip olmasına rağmen büyük bir inanç ve aşkla Rabbinden sakınan onun
rızasını umduğu için dünyalık aşktan vazgeçen Henritte kadar da mı olamıyoruz?