26 Nisan 2012 Perşembe

FRANSIZ KONTESİ HENRİETTE…



Balzac’ın 1835 yılında kaleme aldığı tahmin edilen Vadideki Zambak kitabının başkahramanıdır Henritte. Tours' da bir vadide iki çocuğu ve eşiyle güzel bir şatoda hayatlarını idame ettirmektedir. Aile olarak da şehrin ileri gelenlerinden soylu ve zamanın kralına da yakın mevkilerde bulunan zengin bir aile kızıdır. Dışarıdan bakıldığında çoğu insanın elde edemeyeceği bir aileye sahip olsa da iki çocuğu hastalıklı dünyaya gelmiştir ve eşi b. De Mortsauf mide rahatsızlığına tutulmuş biridir.
Buna mukabil Bayan de Mortsauf ise; ailenin tek ayakta sağlam duran kadını olmakla birlikte; evin her işini gören dışarıdaki işlerinde birçoğunun sorumluluğunu üstlenen çilekeş bir kadındır. Kocasının rahatsızlığından dolayı azarlamalarına, sitemlerine, küçümsemelerine tahammül gösterir. Kontes de Mortsauf ayrıca dindar bir katoliktir. Hayatı bu kargaşanın içerisinde geçerken de hiçbir sıkıntıyı dışarıdaki bir üçüncü kişiye aktarmaz.
Derken bir gün bir baloda hayatını tamamen değiştirecek olan, 20'li yaşlarına yeni basmış Felix ile karşılaşır. Felix bir şekilde yol yordam çizerek hayatlarının içine dâhil olur. Kendini tüm aileye sevdirir. Bundaki amaç ise ilk anda büyük aşkla gönlünü bağladığı Henritte'nin kalbini çalmaktır. Yedi yıl boyunca da bu emele ulaşmak için büyük uğraşlar verir. O kadar büyük sıkıntılarına rağmen bir kez bile olsun Henritte'den karşılık bulamaz. Bulduğu tek karşılıksa anne şefkati olur.
Gelgelelim daha sonra anlaşılır ki; aslında karanlıklarının içine bir güneş gibi doğan Felix'i henritte; Felix sin Henritte ye olan aşkından daha büyük bir aşkla seviyordur. Ve bu aşkı kimseye itiraf edemeyip içinde hapsettiği içinde dermansın mide hastalığına düçar olur ve sonunda ölür.
Aşkını kimseye söylememesi ise eşine ve çocuklarına olan derin sadakatinin yanı sıra Rabbine olan sorumluluğudur da aynı zamanda. Hiçbir şeyin önüne dini duygularını geçirmez. Emir ve yasakları hiçbir şeye değişmez, ucunda ölüm dahi olsa harama yeltenmez. Kendini Felix'e meyletmekten alıkoymak için daha fazlasıyla sarılır dinine. Çok fazla hayır yapar. Zamanın şatafatına rağmen kendi özel masraflarını fakirlere bağışlar, nefsinin dizginlerini son nefesine kadar ellerinde tutar.
Bu hikâyede benim ilgimi çeken ise; çoktan tahrip olmuş Hıristiyanlığın kurallarına uyan bu kadının haramdan uzak kalmak için harcadığı çaba. Kendi açımdan çok ibretli buldum. Zira sizinde dikkatinizi çekmek istediğim bir husus şuanda tüm diriliğiyle ve Canlılığıyla hüküm süren İslam dinini kabul eden biz Müslümanların haramlardan kaçmak için harcadığı çaba ve gayret ne kadar? Ölüme götürecek kadar nefsimizden fedakârlık ettiğimiz ve sırf Rabbimize kavuşacağımızda boynumuz bükülmesin diye terk ettiğimiz kaç haram var? Bakınız kaçındığımız haram var mı demiyorum. Bizi ölümüne etkileyecek kadar bağlı olduğumuz bir şeyden Allah için vazgeçebiliyor muyuz diyorum? Umuyorum ki bizde birer Müslüman olarak haramlardan şiddetle kaçalım.
Ne var ki zıddı örneklerle sıkça karşılaşır olduk; gazetelerde keza TV haberlerinde. Şöyle gazetelerin 3. Sayfalarına bir göz atacak olsanız hemen her gün bir aldatma hikâyesi arkasından bir cinayet haberi okuyoruz. Yine gündüz kuşağı programlarında birini sevip çoluğunu çocuğunu nefsine tercih eden sevdiği adama veyahut kadına kaçan anne babalar mı demezsiniz! Annesinin babasının baskısına dayanamayıp evden kaçan evlatlar ki yağmurdan kaçarken ziyadesiyle doluya tutulanlar mı demezsiniz… Dizilerde gençlere lanse edilen tamamen ahlaki problemli içeriklere değinmiyorum bile…
Hâlbuki böylemi olmalı? Hayatlarımız bu kadar mı ucuz ki bir küçük alevle tutuşturuyoruz, yıkıp geçiyoruz?  Bu kadar mı kıymetsiz ki hayatlarımız; dünyalık şatafata aldanıyoruz da asıl saadet hayatı olan ahiret hayatını çiğneyip geçiyoruz anlık hevesler uğruna! Dönüp bir bakmalıyız kendimize. Eğer İslam'a inandık ve iman ettik derken aynı zamanda manşetlerde konu oluyorsa bir çok ahlaki değer dönüp Henritte'in hayatından utanarak ibret almalıyız!
Şüphesiz Dini, ırkı, cinsiyeti her ne olursa olsun tüm insanlar bu hayatı bir çizgi üzerinde devam ettiriyor. Henritte örneğinde olduğu gibi o kendi çizgisini dini üzerinde çizdi. İnancı kadarıyla çareyi haramdan kaçmakta ve dünya zevklerini terk edip ahiret zevklerini ön plana koymakta buldu.
Peki ya bizler çareyi nere de arıyoruz? Biz kullarına istikamet üzere dosdoğru yolda ol diyen Rabbimize ne kadar kulak kesiyoruz ve ne ölçüde haramlardan kaçıyoruz? Bu sorulara hakkıyla cevap vermez ve nefsimizin kölesi halinde olursak kuşkusuz ki daha çok gazetelerin 3. Sayfa manşetlerinde rastlarız bu tip haberlere.
Her şeyi geçtim, tek tahrip olmayan ve kıyamete kadar da hükmünü sürecek din olan İslam'a tabi olan biz Müslümanlar olarak, Hıristiyanlık dininin tahrip olmasına rağmen büyük bir inanç ve aşkla Rabbinden sakınan onun rızasını umduğu için dünyalık aşktan vazgeçen Henritte kadar da mı olamıyoruz?