Ne zaman başladı savaşımız? Peki ya ne
zaman bu savaşın savaşçıları olduk? Dahası Bir rallinin yarışçıları gibi
pistlerde değil de meydanlarda yarışır olduk birbirimizle. Ne zaman bu kadar
hırs dolu yarışçılar olduk? Herkesin derdi bir diğerinden üstün olmak, üstün giyinmek,
üstün konuşmak… Kimi nasıl geçeriz oldu bütün derdimiz. Hazmedemedik ne altta
olmayı ne de birisinin bizden üstün olmasını. Oysaki Furkan suresi 63. Ayeti
kerime de “ Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde vakar ve tevazu
ile yürürler…” buyurmuştu Yüce Rabbimiz.
Evet, ne var ki bu durumun aksini yapar
olduk uzun zamandır. Tevazu sahibi bir insan olmayı acizlik sandık. Unuttuk bu
yarışın, bu savaşın sonunda kaybetmenin de olduğunu. Ama biz kaybetmemek için
gücümüzün yettiğinden daha fazlasıyla verdik mücadelemizi. Kıran kırana bir
mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Doğrular yitirdi kendini. Yanlışlar
doğrularımız oluverdi. Her yol mubah oldu gözümüzde. Kaybetmek yoktu çünkü
lügatimizde. Kaybetmemeliydik hep kazanmalıktık. Çünkü savaşımız üstünlük
savaşıydı. Unutmuştuk kaybetmenin var olduğunu. Sonra hatırlattı bir başkası bu
gerçeği. Dahi kaybetmekte en az kazanmak kadar gerçekti. Üstünlük kimse için
değildi. Üstünlükle ne göğe ererdi başımız ne de tevazulukla yerin dibine
inerdi ayaklarımız. Kazanmaya bu kadar alışmışken ve gözümüzü kibir perdesi
örtmüşken kaybetmek vurdu bizi. Sırtımızdan vurulmuşa döndürdü. Aslında bir başkasına karşı acizlik değil
yenilmek. Yenilmek kendimize karşı mahcupluğumuz bizim. Böylelikle kendi Gururumuzun
altında eziliriz, İhtiraslarımızda boğuluruz.. Öyle çetin ki savaşımız,
silahların verdiği zarardan daha fazlasına uğruyoruz. Kaşımızdakine doğrulttuğumuzu sandığımız
silahlarımızı aslında en çok kendimize doğrultuyoruz. Bir silah, bir bomba
nedir ki? Ne kadar can yakar? Ancak Son
bir nefes kadar acıtır bizi. Belki de bize isabet etmesiyle gözlerimizi
ebediyete kapatmamız bir olur. Ama zamanın psikolojik denilen savaşlarına
girişmeye görelim. Uzundur ölümü. Yavaşça, acıta acıta emer kanımızı. İnsan
kendi düşmanı olabilir mi demeyin. Oluyor işte. Savaşıyor insan bizzat
kendisiyle. Barışmıyor, barışamıyor bir türlü kendisiyle ve dahi kimseyle.
Kazançlı sayıyor kendini. Fakat fark dahi etmiyor yenilgisini. Sonra gün olup
fark edince kendini uğrattığı zararın büyüklüğünü, hazmedemiyor. Hiçlik
çukuruna atıyor ruhunu. Yaşarken ölüyor defalarca. Ayağa kalkamıyor, çünkü felç
oluyor bütün bedeni. Hâlbuki acizdir insan. Ne kadar kazansa, ne kadar övgü
alsa, ne kadar şan şöhret yakalasa, ne kadar göğe çıkarılsa da gideceği yer iki
metre uzunluğu olan bir kabir, giyeceği ve yanında götüreceği ise sadece ve
sadece birkaç metrelik beyaz bir kumaş. Peki, nerede kalacak o şöhreti?
Kimlerin ellerine teslim edilecek. Aldığı ödüller, takdirler, dünya için
harcadığı onca emek ne olacak ziyan mı? Hâlbuki ne kadar çalışıp çabalamıştı.
Hâlbuki ne kadar mücadele vermişti. Hâlbuki vuran kırana bir mücadeleyle
tırnaklarıyla kazıya kazıya ulaşmıştı olduğu yere. Şimdi ne olacaktı bunca
emek? Haksızlıklarla elde edilen şanın şöhretin ne kadar kıymeti olabilir ki?
Kibirle perdelediğimiz hayatlarımızın arkasında kim bilir kaç can yaktık. Buna mukabil
yaşadığımız âlemin geçici bir imtihan âlemi olduğu gerçeğini var sayarsak elde
ettiklerimiz, bizim peşimizden iyilik olarak değil de sırtımıza yüklenen birer
yük olmaları da muhtemeldir.
Sonunda olan oldu bize. Evdeki hesap
çarşıya uymadı. Yolumuzu yanlış seçtik. Bütün güzel değerleri geride bıraktık.
Diyergamlık yerini hodgamlık, tevazuun yerini kibir aldı. Oysa şair ne güzel
söylemişti:
Zira “Mal ü mülke olma mağrur, deme var mı
ben gibi!
Bir muhalif yel eser, savurur harman
gibi…” işte bu geçeği görmezden geldik.
Hâsılı, masum çocuklardık hepimiz.
Yaramazdık ama hiç savaş çıkarmadık. Büyüdük sonra… Kazanmanın yanında
kaybetmeyi öğrenince, geçici olan bu dünyanın aldatıcılığına kandık. Şimdi hep
kazanmak uğruna, geçici dünyanın fanatikleriyiz. Ezilmemek(!) İçin, gururumuz
için, ihtiraslarımız için, kibrimizi beslemek için, küçüğün yanında büyük olmak
için dünyayı kazanmak için bütün çabamız.
Savaşçılarıyız şimdi dünyanın… Şimdi ey
savaşçı dönmeli bu savaştan kendi nefsine.
Yolculuğa çıkmalı gelip geçici olan dünya kapısından ebedi olan âleme!