4 Mayıs 2012 Cuma

SAVAŞÇI....


Ne zaman başladı savaşımız? Peki ya ne zaman bu savaşın savaşçıları olduk? Dahası Bir rallinin yarışçıları gibi pistlerde değil de meydanlarda yarışır olduk birbirimizle. Ne zaman bu kadar hırs dolu yarışçılar olduk? Herkesin derdi bir diğerinden üstün olmak, üstün giyinmek, üstün konuşmak… Kimi nasıl geçeriz oldu bütün derdimiz. Hazmedemedik ne altta olmayı ne de birisinin bizden üstün olmasını. Oysaki Furkan suresi 63. Ayeti kerime de “ Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler…” buyurmuştu Yüce Rabbimiz.   

Evet, ne var ki bu durumun aksini yapar olduk uzun zamandır. Tevazu sahibi bir insan olmayı acizlik sandık. Unuttuk bu yarışın, bu savaşın sonunda kaybetmenin de olduğunu. Ama biz kaybetmemek için gücümüzün yettiğinden daha fazlasıyla verdik mücadelemizi. Kıran kırana bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Doğrular yitirdi kendini. Yanlışlar doğrularımız oluverdi. Her yol mubah oldu gözümüzde. Kaybetmek yoktu çünkü lügatimizde. Kaybetmemeliydik hep kazanmalıktık. Çünkü savaşımız üstünlük savaşıydı. Unutmuştuk kaybetmenin var olduğunu. Sonra hatırlattı bir başkası bu gerçeği. Dahi kaybetmekte en az kazanmak kadar gerçekti. Üstünlük kimse için değildi. Üstünlükle ne göğe ererdi başımız ne de tevazulukla yerin dibine inerdi ayaklarımız. Kazanmaya bu kadar alışmışken ve gözümüzü kibir perdesi örtmüşken kaybetmek vurdu bizi. Sırtımızdan vurulmuşa döndürdü.  Aslında bir başkasına karşı acizlik değil yenilmek. Yenilmek kendimize karşı mahcupluğumuz bizim. Böylelikle kendi Gururumuzun altında eziliriz, İhtiraslarımızda boğuluruz.. Öyle çetin ki savaşımız, silahların verdiği zarardan daha fazlasına uğruyoruz.  Kaşımızdakine doğrulttuğumuzu sandığımız silahlarımızı aslında en çok kendimize doğrultuyoruz. Bir silah, bir bomba nedir ki? Ne kadar can yakar?  Ancak Son bir nefes kadar acıtır bizi. Belki de bize isabet etmesiyle gözlerimizi ebediyete kapatmamız bir olur. Ama zamanın psikolojik denilen savaşlarına girişmeye görelim. Uzundur ölümü. Yavaşça, acıta acıta emer kanımızı. İnsan kendi düşmanı olabilir mi demeyin. Oluyor işte. Savaşıyor insan bizzat kendisiyle. Barışmıyor, barışamıyor bir türlü kendisiyle ve dahi kimseyle. Kazançlı sayıyor kendini. Fakat fark dahi etmiyor yenilgisini. Sonra gün olup fark edince kendini uğrattığı zararın büyüklüğünü, hazmedemiyor. Hiçlik çukuruna atıyor ruhunu. Yaşarken ölüyor defalarca. Ayağa kalkamıyor, çünkü felç oluyor bütün bedeni. Hâlbuki acizdir insan. Ne kadar kazansa, ne kadar övgü alsa, ne kadar şan şöhret yakalasa, ne kadar göğe çıkarılsa da gideceği yer iki metre uzunluğu olan bir kabir, giyeceği ve yanında götüreceği ise sadece ve sadece birkaç metrelik beyaz bir kumaş. Peki, nerede kalacak o şöhreti? Kimlerin ellerine teslim edilecek. Aldığı ödüller, takdirler, dünya için harcadığı onca emek ne olacak ziyan mı? Hâlbuki ne kadar çalışıp çabalamıştı. Hâlbuki ne kadar mücadele vermişti. Hâlbuki vuran kırana bir mücadeleyle tırnaklarıyla kazıya kazıya ulaşmıştı olduğu yere. Şimdi ne olacaktı bunca emek? Haksızlıklarla elde edilen şanın şöhretin ne kadar kıymeti olabilir ki? Kibirle perdelediğimiz hayatlarımızın arkasında kim bilir kaç can yaktık. Buna mukabil yaşadığımız âlemin geçici bir imtihan âlemi olduğu gerçeğini var sayarsak elde ettiklerimiz, bizim peşimizden iyilik olarak değil de sırtımıza yüklenen birer yük olmaları da muhtemeldir.

Sonunda olan oldu bize. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Yolumuzu yanlış seçtik. Bütün güzel değerleri geride bıraktık. Diyergamlık yerini hodgamlık, tevazuun yerini kibir aldı. Oysa şair ne güzel söylemişti:

Zira “Mal ü mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi!

Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi…”  işte bu geçeği görmezden geldik.

Hâsılı, masum çocuklardık hepimiz. Yaramazdık ama hiç savaş çıkarmadık. Büyüdük sonra… Kazanmanın yanında kaybetmeyi öğrenince, geçici olan bu dünyanın aldatıcılığına kandık. Şimdi hep kazanmak uğruna, geçici dünyanın fanatikleriyiz. Ezilmemek(!) İçin, gururumuz için, ihtiraslarımız için, kibrimizi beslemek için, küçüğün yanında büyük olmak için dünyayı kazanmak için bütün çabamız.

Savaşçılarıyız şimdi dünyanın… Şimdi ey savaşçı dönmeli bu savaştan kendi nefsine.  Yolculuğa çıkmalı gelip geçici olan dünya kapısından ebedi olan âleme!



SADAKATTEN YOKSUNSA GİTSİN İSTEMEM KELİMELERİ…


Günlerdir yüreğimdeki sesleri bir cümleye dökemiyorum. Ne var ki içimdeki seslerde aynı orantıda yüksek çıkmakta. Ne fırtınalarda savaş verdi kelimelerim, ama bir türlü bu uğraştan sağ çıkamadı ve kâğıtlarda yazılamadı. Nedense?  Bilmiyorum, çözümleyemiyorum bu problem. Bilinmezliğin kıyısına savurdu beni dalgalar. İçimde bir hasret seli aldı başını gitti. Bir özlem karmaşası içinde ruhum adeta. Adını bir türlü koyamadığım bir boşluğun, bir karanlığın içerisinde savrulup duruyorum öylece. Siyah bir gecenin içerisinde siyah bir karınca kadar yokluktayım sanki.

Bir kuyu var benimde karanlığımda. Ve inceden bir ip sarkıtılmış içine. Benim kadar güçsüz ve çelimsiz bir ip. Asılmak geliyor içimden tüm gücümle ve çıkmak aydınlığa doğru. Gerçi her şey o kadar meçhul ve bulanık ki sonunda bir aydınlığın olup olmadığı belli dahi değil. Keza bu uzun uzadıya yolun sonunu getirebilir mi bu pamuktan olma ip?  Meçhule giden bir yol ne kadar güvenilir bir yoldur oysa? Ne kadar da kararsız kalıyorum tüm bu sebepleri düşününce. Ne kadarda cesaretsizim. Ne kadarda korkak... Gizli bir hançer gibi saplanıyor kelimeler boğazıma. Sanki kelimeleri dizecek olsam sıra sıra, inci misali kâğıtlara sırrım ifşa olacakmış gibi korkuyorum. Ve ürkek kelimelerimde ben kadar korkuyorlar. Zihnimin dehlizlerinde yüksek çıkıyor oysa sesleri. Ama iş ifşa olmaya gelince aynı cesareti göst(e)rmiyorlar. Ne kadar karmaşık zihnimin içindeki fikirler. Tıpkı bir labirentin ortasında kalmış gibiyim. Şaşkın, kalakalmış öyle vasatta…  Yollar uzun, yolum bir kaç tane ama ben kararsızlık denilen, cesaretsizlik addedilen illetin pençelerine düşmüş olduğumdan sadece bakakalıyorum etrafıma. Donup kalıyorum ve bir adım atamıyorum olduğum yerden. Bu günlerde hissettiğim bu. Karanlık ya da karanlık da denmez bu grilik umarım net bir renge kavuşur. Netsizlerin rengidir zira gri. Ne siyah olmayı başarır böyleleri ne de beyaz olmayı başarır. Renksizdirler araftadırlar. Bulanıktır aynen benim gibi zihinleri ve kelimeleri.

Çaresizliğin çaresi var mıdır sahi? Varsa benim aradığım tam da bu şu anda. Eğer yoksa tek çarem odur ki olmayan cesaretimin kırıntılarını toplayıp o çelimsiz dediğim pamuktan ipe asılmak ve çıkacağım aydınlığa var gücümle tırmanmak olacak. İnanç sanırım bunun diğer bir adı. İnanmak başarmanın yarısıdır klişesi benimde imdadıma koşuyor. Gerçi topallayarak koşuyor benim umutlarım bana, ama olsun en azından ayakta, en azından hala gücü var. Tabi buna güç denilebilirse. Ve kelimelerim beni engellemezse.

Yol verdim onlara. Gitsinler madem benim olmuyorlarsa. Ben sadık dost arıyorum kendime. Saldım onları da öyleyse gitmek istedikleri yere. Zihnimi de yüksek çıkan sesleriyle işgal etmesinler boşuna. Bende yeri olanın sadakati önemlidir. Ben de kalacak olanın sadakati önemlidir. Yoksa sadakat gösterecek güç kelimelerimde buyursunlar gitsinler gidebilecekleri kadar ırağa. Suskunlukta yakışır kimilerine. Ceza değildir suskunluk bilakis asalet tacını giydirir insana. Ki bu asalet tacını taşımakta herkese nasip olmaz. Ama dilde değildir bilesiniz suskunluk. Eğer zihnimi de konuşturmamayı başarırsam takarım suskunluk tacını. İşte en zoru da budur elbet. Zihnini susturamaz kolay kolay insan. Zihni hep bir yerlerde gevezelik halindedir. Bakmışsın dolu konuşur, sonra bir bakmışsın tamamen sinir bozucudur. Gecenin hiç olmadık yerinde gürültüsüyle böler uykuları ve çalar hüzün çanlarını.  Çan, çan, çan çalar çene hiç dur durak bilmeden. İlla hatırlatır kelimeler insana hatırlamak istemediklerini. Keza duyurur duymak istemediklerini. Kâbus misali çökerler hayatının tamda ortasına.

Ama dedim ya eğer cümle olup akmayacaklarsa çağlayan misali kalemimin ucuna istemem var olmasınlar zihnimin de kıyılarında. İstemem ne ben olayım onların esiri ne de onlar olsun bana esir. Azad eyledim, varsın yolları açık olsun hepsinin. Varsın terk etsinler beni. Çünkü ben onları kalemimin ucuna gelmeyişlerinden beri çoktandır terk eyledim…