BİR KADIN GÖRDÜM…
Bir kadın,
oturmuş bir ıhlamur ağacının altına. Çekmiş bacaklarını karnına, koymuş başını hüzünle dizlerine ve elleriyle kavramış
sımsıkı ayaklarını. Düşüncelere dalmış görünüyor uzaktan. Yorgun, çaresiz bir
hali varmış hissine sokuyor beni bu içe büzülmüş hali. Dış dünyaya kapatmış
kendini ve küsmüş bir küstüm çiçeği gibi adeta. Açık kahverengine salmış kendi
tenini. Sonra; sanki solmuş yaprakları. Mevsimlerden ilkbahar oysa… Ilık bir
sıcaklık okşuyor yanakları. Rengârenk çiçekler açmış ağaçların dallarında.
Sonra bir leylak ağacına takılıyor gözüm. Mor çiçekleri büyülüyor beni.
İzliyorum öyle uzaktan kadını ve çevreyi. Yumuşak dokunuşlarla esen rüzgâr, Ihlamur
kokularını öyle savururken kadının burnuna, kederle karışık soluyor kadın ıhlamur
çiçeklerinin o ıtırlı kokusunu. Sonra ıhlamur kokusuna leylak kokusu karışıyor.
Ahenkli bir dans başlıyor aralarında. Bir aşk doğmuş gibi aralarında el ele
veriyorlar. Rüzgâr da hafif bir melodiyle eşlik ediyor onlara. Kadında farkında
bunun. Ve onun için dinliyor doğanın eşsiz şarkısını ve sindire sindire çekiyor
bu tünsülerden daha güzel buhuru içerine. Sonra bir de bakıyorum oturduğu
yerdeki yapraklar ıslanıveriyor birer birer. Anlıyorum ki ağlıyor. Kim bilir
niye ağlıyor. Kim bilir hangi can acısıyla kıvranıyor. Hangi insafsız sancı
vurdu kim bilir kıyılarını. Bilmiyorum ama gizlenen sırrı bilmek için bende
merak duygusuyla kıvranıyorum. Hava kapanıyor birden. Kafamı kaldırıyorum
gökyüzüne, gri kurşuni bir renge salmış birden kendini. Böylesine apansız bir
değişim ürpertiyor kalbimi. Bir kasvet sarıyor beni. Sonbaharın kasveti.
Zamansızlık içinde bir zamanda ilerliyor saatler. Bir de ne göreyim kadının
yaslandığı ıhlamur ağacı döküyor yapraklarını. Leylağın o canlı mor renginden
eser bile kalmamış. Kadın; bakıyorum da hiç bozmuyor istifini. Sonra köşedeki
dev çiklembit ağacının nasılda heybetle kendini rüzgâra teslim ettiğine şahit
oluyorum. Birden bir acıma duygusu çepeçevre sarıyor ruhumu. Kurtarmalıyım
diyorum kadını. İmdadına yetişmeliyim diyorum. Ne var ki imdat eylemiyor. Ama
yine de gönlüm el vermiyor acısına. Bir adım atıyorum nihayet ona doğru.
Acısına doğru. Öfkesine doğru. Çekip kurtarmak bu kasvetten ve kendine gelmesini
sağlamak istiyorum. Koşuyorum onun yoluna doğru. Ama daha şaşırtıcı bir şey var
ki ben koştukça yollar uzuyor. Aramıza fersah fersah mesafeler giriyor. Hava
şiddetini arttırıyor ve bir fırtına kapıya dayanıyor. Sanki bir güç engelliyor
ona ulaşmamı. Çakan şimşekler gözlerimi kamaştırıyor, öyle uzaktan çaresiz
bakakalıyorum. Ağlıyor yüksek sesle. Duyuyorum. O ağladıkça yağmur yağmaya
başlıyor. O çığlıklara boğdukça kendini şimşeklerde o derece şiddetle çakıyor.
İçim parçalanıyor adeta. Dokunamıyorum gözyaşlarına. Yüzünü göremiyorum hiç.
Çünkü başını bir kez olsun kaldırmıyor dizlerinden. Sesleniyorum kalk diye,
kalk ve diril bu ölümden. Girdiğin bu dehlizden çık diye sesleniyorum. Beni
duyar gibi oluyor ve hafifçe kaldırırken başını kısa bir an da olsa gözlerini
görüyorum. Çok tanıdık bir çift göz… Sonra aniden aramızdaki yol bir uçurum
gibi yarılıyor ve ben düşüyorum bu uçsuz bucaksız uçurumdan aşağı doğru.
Nihayet son bulacak iken açıyorum kendi dünyama gözlerimi. Nefes nefese inip
kalkıyor göğüs kafesim. İçimde garipçe bir daralma hissi. Pencereye yağmur vuruyor şıp şıp…
Anlıyorum ki kederine
yetişemediğim, yarasına dokunamadığım, yeşil gözleri olan bir kadın gördüm
rüyamda…