19 Ocak 2013 Cumartesi

EY YAR KIŞ GÜNEŞİ MİSİN?




Ey varlık! Nasıl bir yokluğun içinde var oldun böylesine. Adın belli sanın belli ama bir yokluğa savrulmuş ruhun. Tanımlanamayan bir boşluğun içindesin çekim gücü kuvvetli olan. Belirsiz bir karmaşanın tam göbeğinde kurulmuş hayatın. Çözmek zorunlu, çözmemek sorunlu..
Nasıl? Neden? ve Niçin...?  içinde bulunduğun zifiri bir girdap sanki. Kendin; kendi etrafında dönüp dururken benide kendi boşluğuna çekmektesin. Sabahları grileştiren bir hengame bu. Acele bir koşuşturma endişesi var sanki ayaklarında. Ama ellerin titrek, saçların darmadağın, ayakların yorgun, gözlerin yaşlı, sırtında kamburlaşmış hayat... koşma artık ey güneş aynı yollarda!

Ey güneş! Sen nasıl soğuk bir güneşşin? Işığı devasa olan ama yansıtmadan kendini kara bir deliğe hapseden. Varsın ama ısıtmak yerine buz kesmiş yüreğin. Hiç kendi ateşinde kendini eritmez misin? Nedir seni böylesine kendine yabancılaştıran?

Soruların başka sorular doğurduğu bir merak benimkisi. Gizli köşeler ardında, uzak tenhalarda gezinirken sen, kendi halinde sana bir isim vermeye çalışmak benimkisi. Ben değil de sen biliyormusun ki kendini? Onca dönerken kendi etrafında bulabiliyor musun benliğini?

Bir kış güneşi gibi doğuyorsun her sabaha. Ve veda ediyorsun her akşam kızıl bulutları bıkarak ardında. Gece; salkım saçak salıyor kara saçlarını aleme yokluğunu fırsat bilip.
Ey güneş! Sana hasret toprak, sana hasret su.. Kendin olmak bir yana; olduğun gibi olmayı yansıtmaktan kaçınan kuryuklu bir yıldız misali nedir bu telaş? Nereye yetişiyorsun böylesine.. gölgeni bırakarak geçtiğin yerlerden bi haber nereye böyle.  Hiç soluklanmazmısın sen? Ardında ısınamayan bir yürek varken hele. Bu kadar umarsız nasıl kalınabilinir? Güneş olanın güneş olmayı bilmesi gerekmez  mi oysa?.

Sen ey güneş! Kutuplaşmışsın doğmayalı kendine. Anmayalı ismini. Kaçalı beri kendinden kutuplaşmış yüregin en derinden... unutmuşsun en evvela kendini. Kaçmışsın en evvela kendinden. Salmışsın en mühim vazifenden kendini.
Uzaklaşma ey güneş!
Kendinden...
benden...
Şimdi ben senin ısıtan varlığını arar oldum kuytularda.
Gitme ey güneş!
Işığının sızmasını gözbebeklerime arar oldum.
Gelsen ey! bir bahar sabahı sevgiliye gelir gibi.
Ve gitmesen hiç.
Ayrılık şafaklarında kan revan olmasa gözlerimiz.
Sen sen olsanda bir kez, solmasa güller ellerimizde.
Karşılıksız kalmış tüm cümleler kavuşsa cevaplara.
kendini salmasan kış güneşine ey güneş...

SEN HİÇ SAVAŞ ÇIKARTTIN MI ÇOCUK?




Yaramaz diyorlardı sana çocuk! Her şeyi yakıp yıktığını   iddia ediyorlardı. 
Rüzgar gibi estiğini, eline geçen her bir şeyi kırıp lime lime ettiğini söylüyorlardı. 
Hem de tüm bunları o minicik ellerinle yapıyormuşsun çocuk..!
 Kimse sana yetişemiyormuş, lisanınca laf anlatamıyormuş! 
Sen illa kendi bildiğini okuyormuşsun çocuk. 
Değerli değersiz demeden eline ne geçerse destroyer misali acımadan yok ediyormuşsun. 
Çok isim takmışlar sana çocuk. Yaramaz, destroyer, öğütücü. Ömür törpüsü... 
Sende hiç bunlara itiraz etmiyormuşsun. 
Hayret ettim tüm bunları sahiden tek başına sen mi yapıyordun? 
Duydum ki dünyanın gidişatı gidişat değilmiş yakılıp yıkılıyormuş. 
Tahrip üstüne tahrip ediliyormuş her bir yeri. 
İşgaller savaşlar almış başını gidiyormuş. 
Hele kimi mekanlar varmış ki taş üstüne de taş kalmamış. 
Bombalarla silahlarla füzelerle kan gölüne dönmüş nice yer. 
Sahi sen mi yaptın tüm bu yaramazlıkları? 
Bu harabeye dönmüş dünya senin eserin mi? 
Ya  akan bunca göz yaşını da mı sen akıttın çocuk. 
Bu makyaj kirliliğine sebep sen misin? 
İnanamadım çocuk! 
Ne var ki duyduklarımdan ziyade gördüklerime inanamadım.
 Duyduklarım sana işaret ediyordu da gördüğüm vahşetler seni işaret etmiyordu hiç.
 Senin masum yüzüne, minicik ellerine işaret etmiyordu. 
Bir ben değil her duyan inanırdı onca yaramazlığın altından senin çıkacağına. 
Zira namın yayılmıştı dünyanın afakına. 
Ama ben gördüklerime daha çok inanırdım çocuk duyduklarıma ise itibar etmezdim hiç... 
Denemek istedim seni. 
Seni suçladığımdan değildi elbet bu. 
Senin adını temize çıkarmak içindi. 
Verdim eline bir torpil bekledim ne işe yaradığını anlıyor musun/ anlayabiliyor musun diye.
 Hem de Başından hiç ayrılmadan pürdikkat... 
sonra bir çatapat verdim kibrit verdim... nafile sen hepsini sadece ağzına götürmeye yelteniyordun. Seni ben engelliyordum. Anladım çocuk anladım... 
Sen kibriti çakmayı da bilmiyordun torpilin ipini yakmayı da...
 Hiçbirini görmemiştin sen dahaca. 
Değil dünyayı savaşa gark etmek sen bir kağıt parçasını dahi alevlendirmemiştin. 
Sen çok çok annenin en sevdiği vazoyu kırmıştın...  
Babanın babasından kalma saatini bozmuştun. 
Makasın ne olduğunu anlamak için merakından  saçlarına olmadık şekiller vermiştin. 
Evet darmaduman etmiştin bir şeyleri;
 ama koltukların minderlerini haşat etmiştin zıplamaktan yatağının raylarını bozmuştun. 
Sen hiç savaş çıkarmamıştın. 
Sen ne savaş kahramanıydın ne de savaşın kanlı yüzü...
akıllı addettiklerimiz yapıyordu tüm bu yaramazlıkları aslında. 

Bu hırçınlıklar, aşırılıklar, onların eseriydi. 
Anladım; hiçbir çocuk kan dökmüyor, can yakmıyordu o minicik elleriyle. 
Ama koca adamlar yürekleriyle/ yüreksizlikleriyle çok canlar yakıyordu, kanlar akıtıyordu. 
Dur durak bilmiyordu öfkeleri, hırsları... bitmiyordu kanlı savaşları...
Aimdi sana bir özür borçluyum çocuk! 

Sana yaramaz adını takanlar adına.. . 
Seni savaşçı ilan edenler adına... 
Affet çocuk!
Şimdi hepimizi affet. 
Affet ki kirlenen ellerimiz, yüzümüz senin masumluğunla dupduru olsun. 
Ve arınalım ve dünya arınsın tüm kötülüklerden. 
Sen affet bitsin kavgalar çekişmeler savaşlar. 
                 Affet ki dünyanın makyajı daha fazla akmasın ve ellerimize kırmızı kan lekesi gibi bulaşmasın...


PARMAK UÇLARINA SERZENİŞ...



Sonbahar olmasaydı seni kim kalbime getirip konduracaktı...
Hazan mevsimi olmasaydı hasretini hangi mevsim tattıracaktı?
Ya ayaz vurmasaydı ayaklarıma sıcaklığını kim aratacaktı köşe bucak..?
Peki; hasretin olmasaydı gözyaşlarımı kim akıtacaktı?
Olmazlarda sevdim seni ben!
Bulunmazlar da buldum yolunu.
Tüm kıymetsizliklerin var olduğu o son nokta da kıymet buldum sende...
Şimdi bu hasret olmasaydı nasıl olur da ben seni bulacaktım;
 Alev alev yanarken kalbimin tam ortasında?
Soğuk sular değmeseydi nasıl solacaktı parmak uçlarım?
Ve ben nasıl özleyecektim hala parmaklarımda izleri parlayan;
Parmak uçlarını?