Unutulmaktı tek korkum...
Tüm sevenler gibi
sevdiğimin unutmasından ben de delice korkuyordum. Bende hissettiğim bu
duyguyla yine unutmuyordum sevdiğimi. Çünkü biliyordum her insan gibi oda
unutulmak istemezdi. Tek taraflı hissetmek ve dünyayı tek merkezden seyretmek
bencillik olurdu çünkü biliyordum!
O yüzden biriktiriyordum
hayalimde nice fotoğraflar, nice anılar, nice kelimeler... Ne eski bir sandığın
içinde saklıyordum onları, ne de herhangi bir şeyin içine hapsetmiştim. Bir kuş
kadar hür ve özgürdü anılarım.
Ve bir kutuya değil, her an, her saniye, her
dakika benimle var olacak şekilde zihnime nakşetmiştim sevdiğimin her halini, tavrını,
şeklini, şemailini... Sevdiğimin
varlığını kendi varlığımda yaşatmakla yaşıyordum bende.
Yaşa(ma)mın bir
adıydı unutmamak, unutulmamak. Bu kelime hayatımın ne kadarda merkezine
yerleşmişti böyle.
Bir başkasının beni
unutup unutmaması aslında çokta umurumda mıydı?
Hayır değildi
aslında!
Bir tek O, bir tek
O sevdiğim insan unutmamalıydı beni.
Büyük bir aşkla,
sevgiyle, arzuluyordum bunu. Ben bu duyguyla böylece savrulurken oradan oraya
delice, sevdiğimden duyduğum bir kelimenin beni sarsacağını nereden bilecektim
duymadan?
Biliyordum
hatıralarımızı benim biriktirdiğim kadar o da biriktiriyordu… Ama merak bu ya hiç bilmiyordum zihninde bana
dair neler biriktirdiğini… Bu duyguda bir taraftan kemiriyordu ruhumu.
Ve tüm merakların
giderileceği bir gecede, ay denize tüm ihtişamıyla ışığını salıvermişken,
ikimiz bu yakamozun altında ıslanırken sağanak sağanak aşkla, elindeki kırmızı
kadifeden olma küçük kutuyu elime tutuşturmuştu. Aç bak hani merak ediyorsun ya
sana dair ne hatıra biriktirdiğimi demişti. Açıp bakmıştım zihnime nakış nakış
işlediğim anılarımızın delillerine. Açmış
bakmıştım büyük sabırsızlık içinde.
Bir iki özel
fotoğraf…
Sinemaya ilk gittiğimiz
günün bileti…
Çevresine iğne oyası ile işlediğim kırmızı
tülbendim ve el yazımla yazdığım mektuplar…
Dahası ufak tefek
bir sürü hatıra sığdırmıştı küçük kutuya.
Gözlerim dolmuştu
tüm bunlara bakarken. İçimde bir sevinç belirmişti.
Unutmuyordu, umursuyordu,
seviyordu o da işte benim kadar.
Sonra kulaklarım da
bir ömür çınlayacak ve beni keşkeklere boğacak o bahtsız cümleyi kurmuştu.
Bak işte bunlara ne
zaman baksam seni hatırlarım!
Hatırlarım,
hatırlarım…
Allah’ım nasıl bir
ıstıraptı ki bu; sevdiğim beni hatırlayacaktı? Yani unutacaktı bir gün ve
sonrasında bir sebep bulup beni tekrar hatırlayacaktı.
Hatırında
tutmayacaktı beni, benim onu hatırımda tuttuğum gibi…
Sonra belki bir gün bir depo temizliğinde ya
da bir çatı katı arasında terk edilmiş tozlu rafların arasında eline geçecekti!
Ve ümit bu ya beni hatırlayacaktı!
Ve ben ümidimi
böyle bir anın vuku bulacağı bir günün varlığına bağlayacaktım.
Bir “belki”
kelimesine sımsıkı sarılacaktım.
Şimdi o küçük
kırmızı kadife kutuyu elime alışımın üzerinden uzun yıllar geçmişken, beyaz
perdenin ardında yağan yağmura bakarken, titreyen ellerimle saçımı kulağımın
arkasına doğru tararken iki damla yaş süzülüyor gözlerimden… O gün neden demedim;
Unutulanlar
hatırlanır.
Ve sevenler bir gün
hatırlanır umuduyla nice zaman acı çekerler.
Ben hatırlanmak
istemiyorum!
Ben hep varlığında
var olmak istiyorum!
Tüm bunları
demediğim için gözyaşlarımı yağmurla yarıştırıyorum şimdi. Sırf bu yüzden
kendimi yıllardır keşkelerle boğuyorum.
Unutulmaktı korkum
sevdiğim.
Senin tarafından
unutulmak…
Şimdi ne olduğu
meçhul bir kırmızı kutuya bağlı tüm umutlarım…
Ama yinede gecikmiş
bir feryat bu sana sevdiğim;
Lütfen beni
hatırlama…