6 Temmuz 2012 Cuma

BENİM ADIM HÜZÜN ÇİÇEĞİ...


Merhaba benim adım hüzün çiçeği

Sonbaharda açarım gözyaşı sahillerinde

Bol bol sulanmaya ihtiyaç duyarım

Torağım nemi sever, suyu sever alabildiğince

Pek güneş değmese de olur tenime

Yapraklarım içe kapalıdır benim

Yüzümü pek göstermem kimseye

Nadiren vurursa bir ikindi güneşi tenime açıveririm kanat misali kırılgan yapraklarımı.

Korumaktır amacım kendimi yağmurdan. Eğer gafil avlayacak olursa ansızın yağmur;

Dökülür yapraklarım, bedenim incinir yağmurun şiddetinden.

Merhaba ben hüzün çiçeği

Uzaktan bakıldığında tanınırım

Solgun açık bir sarıya çalar rengim

Yeşil otsu yaprakların arasında saklanırım öylece gözlerden uzakta

Arada bir arı konar gövdeme, arada bir uçuç böceği sorar halimi hatırımı.

Papatyalar benzer bana, ama ben onlar kadar açamam kendimi kimseye. Utangacımdır.

Birazda ürkek. Uzun çiçeklerin arasında saklanan kısa bir narin çiçek.

Merhaba benim adım hüzün çiçeği.

Eğer sende yalnızsan benim gibi eğer sen de gözyaşı sahillerinde yaşıyorsan bil ki birbirimize benziyoruz. Sende benim kadar ürkek, içine sıkı sıkıya sarılmışsan; buyur gel benim sahilime. Ortak olalım ve bekleyelim bir gün yüzümüze gülecek ikindi güneşini beraberce.

Merhaba benim adım hüzün çiçeği!

Az da olsa bu kadar tanıttım kendimi.

LÜTFEN BENİ HATIRLAMA!


Unutulmaktı tek korkum...

Tüm sevenler gibi sevdiğimin unutmasından ben de delice korkuyordum. Bende hissettiğim bu duyguyla yine unutmuyordum sevdiğimi. Çünkü biliyordum her insan gibi oda unutulmak istemezdi. Tek taraflı hissetmek ve dünyayı tek merkezden seyretmek bencillik olurdu çünkü biliyordum!

O yüzden biriktiriyordum hayalimde nice fotoğraflar, nice anılar, nice kelimeler... Ne eski bir sandığın içinde saklıyordum onları, ne de herhangi bir şeyin içine hapsetmiştim. Bir kuş kadar hür ve özgürdü anılarım.

 Ve bir kutuya değil, her an, her saniye, her dakika benimle var olacak şekilde zihnime nakşetmiştim sevdiğimin her halini, tavrını, şeklini, şemailini...  Sevdiğimin varlığını kendi varlığımda yaşatmakla yaşıyordum bende.

Yaşa(ma)mın bir adıydı unutmamak, unutulmamak. Bu kelime hayatımın ne kadarda merkezine yerleşmişti böyle.

Bir başkasının beni unutup unutmaması aslında çokta umurumda mıydı?

Hayır değildi aslında!

Bir tek O, bir tek O sevdiğim insan unutmamalıydı beni.

Büyük bir aşkla, sevgiyle, arzuluyordum bunu. Ben bu duyguyla böylece savrulurken oradan oraya delice, sevdiğimden duyduğum bir kelimenin beni sarsacağını nereden bilecektim duymadan?

Biliyordum hatıralarımızı benim biriktirdiğim kadar o da biriktiriyordu…  Ama merak bu ya hiç bilmiyordum zihninde bana dair neler biriktirdiğini… Bu duyguda bir taraftan kemiriyordu ruhumu.

Ve tüm merakların giderileceği bir gecede, ay denize tüm ihtişamıyla ışığını salıvermişken, ikimiz bu yakamozun altında ıslanırken sağanak sağanak aşkla, elindeki kırmızı kadifeden olma küçük kutuyu elime tutuşturmuştu. Aç bak hani merak ediyorsun ya sana dair ne hatıra biriktirdiğimi demişti. Açıp bakmıştım zihnime nakış nakış işlediğim anılarımızın delillerine.  Açmış bakmıştım büyük sabırsızlık içinde.

Bir iki özel fotoğraf…

Sinemaya ilk gittiğimiz günün bileti…

 Çevresine iğne oyası ile işlediğim kırmızı tülbendim ve el yazımla yazdığım mektuplar…

Dahası ufak tefek bir sürü hatıra sığdırmıştı küçük kutuya.

Gözlerim dolmuştu tüm bunlara bakarken. İçimde bir sevinç belirmişti.

Unutmuyordu, umursuyordu, seviyordu o da işte benim kadar.

Sonra kulaklarım da bir ömür çınlayacak ve beni keşkeklere boğacak o bahtsız cümleyi kurmuştu.

Bak işte bunlara ne zaman baksam seni hatırlarım!

Hatırlarım, hatırlarım…

Allah’ım nasıl bir ıstıraptı ki bu; sevdiğim beni hatırlayacaktı? Yani unutacaktı bir gün ve sonrasında bir sebep bulup beni tekrar hatırlayacaktı.

Hatırında tutmayacaktı beni, benim onu hatırımda tuttuğum gibi…

 Sonra belki bir gün bir depo temizliğinde ya da bir çatı katı arasında terk edilmiş tozlu rafların arasında eline geçecekti!

 Ve ümit bu ya beni hatırlayacaktı!

Ve ben ümidimi böyle bir anın vuku bulacağı bir günün varlığına bağlayacaktım.

Bir “belki” kelimesine sımsıkı sarılacaktım.

Şimdi o küçük kırmızı kadife kutuyu elime alışımın üzerinden uzun yıllar geçmişken, beyaz perdenin ardında yağan yağmura bakarken, titreyen ellerimle saçımı kulağımın arkasına doğru tararken iki damla yaş süzülüyor gözlerimden…  O gün neden demedim;

Unutulanlar hatırlanır.

Ve sevenler bir gün hatırlanır umuduyla nice zaman acı çekerler.

Ben hatırlanmak istemiyorum!

Ben hep varlığında var olmak istiyorum!

Tüm bunları demediğim için gözyaşlarımı yağmurla yarıştırıyorum şimdi. Sırf bu yüzden kendimi yıllardır keşkelerle boğuyorum.

Unutulmaktı korkum sevdiğim.

Senin tarafından unutulmak…

Şimdi ne olduğu meçhul bir kırmızı kutuya bağlı tüm umutlarım…

Ama yinede gecikmiş bir feryat bu sana sevdiğim;

Lütfen beni hatırlama…