19 Kasım 2018 Pazartesi

KENDİMİZİ ARARKEN...

Deli dolu umutlar biriktirip yitiriyoruz. Acınası belki ama gerçek bu. Sokak köşelerinde sersefil bir yalnızlığı yaşıyoruz kimi zaman. Kalabalıklar içinde bir çoğalıp bir eksiliyoruz. Dengesiz bir terazi gibi duygular. Biri diğerine gebe. Biri bitmeden diğeri başlıyor. Adeta koşturup duruyor peşimizden talihsizliğimiz. Umut ediyoruz etmesine. Mutluluk dileniyoruz hatta sokak kedilerinden. Ama nafile. Bir onlar yalnız, bir ben her köşede. Ah bu derin boşluğu hayatın. Ah bu sızıntısı olmayan karanlık dipsiz kuyularda. Çekip çıksak aydınlığa kamaşır gözlerimiz, kalsak; yüreğimiz hergün biraz daha dağlanır. Evet, biliyorum bitmez bu serüven, bitmez bu sermesti ruhumun.
Ben de isterdim elbet bitsin bu kahır. Bu serzeniş tükensin. Mutluluğa evrilsin kelimelerim, cümlelerim. Ama harabeye dönmüş ne varsa çakıyor beynimde. Derin bir girdap içinde savruluyoruz, savruldukça kayboluyoruz, kayboldukça arıyoruz kendimizi… ve son sözümüz bu: herşeye rağmen bulmak ümidiyle…

27 Ocak 2017 Cuma

Bir Metin Altıok şiiri KAR


Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,
Tıkandı geçitler yollar kapandı.
Yalnızlığın buzdan çetelesinde
Kimseler umursamadı karı.
Yüzlerinde iğreti bir kibirle
Hep düşürmekten korktukları,
Dalıp gittiler günlük işlerine.

Diz boyu birikmiş kar içinde
Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı,
İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle
Anardık bütün yitik aşkları
Bu karlı kış gününde.
Güngörmüş dağlara karşı
Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize.

-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!

Şölensiz, sevinçsiz yaşıyoruz şimdilerde,
Bir iğdiş ve buruşuk zamanı.
Kimsenin türküsü yok dilinde
Karşılayacak yağan karı
Coşkulu ve sarhoş sesiyle.
Bıçak açmıyor ağızları;
Acı, yalnız acı var yüreklerde.

Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,
Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı,
Pencerelerden baktı ev içlerine.
Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı
Kendi özgül tarihinde.
Çıngırakların, kızakların karı
Yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle.

Birikti bir çamaşır ipine bile.
Saçaklardan sarktı,
Attı kendini gürültüyle yere,
Kimse sahip çıkmadı;
Yığıldı kaldı duvar diplerine.
Yalnız kuş ayakları
Bastılar incelikle göğsüne.

-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!

Kar var yaşadığımız günlerde.
Umutsuzluk çevremizi kuşattı,
Kıtlık kıran gündemde.
Yine de ele güne karşı,
Özenle saklıyorum yüreğimde
Sana duyduğum aşkı,
Dört yanım kar içinde.

13 Aralık 2016 Salı

Yetim çocuklara ithafen...


Yetim kalan çocuklara ithafen...
Bitmiyor telaş. İçimize düşen yangınların biri sönmeden diğeri alevleniyor. Küllerimizden su oluyor, buharlaşıyor ve sonra yine alev alıyoruz. Bitmiyor! Dinmiyor acımız. Çok yara alıyoruz. İçimiz ayrı dışımız ayrı hırpalanıyor. Mecal bırakır mı çocukların çığlıkları ruhumuzda? Soruyorum sevinç, neşe bırakır mı? Kanlı emeller, ellerini başkalarının mutsuzluğuna ovuşturanlar varken biter mi çocukların gözyaşları, durulur mu yokluğunu hissedecekleri duyguların acıları. Korkuyorum eksikliklerimizden? Bir çocuğun yıllarca sürecek eksikliğinden korkuyorum. Her isyan edişinde korkuyorum bizi kaybedişin eşiğine kadar getireceğinden...Siz korkmayan cellatlar bekleyin hazin sonunuzu! Zira elbet gücün üstünde güç, intikamın üstunde bir intikam vardır. Allah azze ve celle kimsenin hakkını kimseye yar etmeyecek bilesiniz! Boğazınıza dizilecek her bir feryâd, her bir âh. Büyüyecek, çığ olacak, birikecek. Suskunluk bir erdemdir siz bilmeyeceksiniz. Sabır, metanet, teslimiyet bir intikam olacak bilmeyeceksiniz! Dünyanın her neresinde olursa olsun bir çocuğun canını yakmak demek masumun , mazlumun ahı demektir bilmeyeceksiniz. Kaç beddua biriktirdiniz bilmeyeceksiniz. Hz. Mevlana' nın bir kıssasında anlattığı gibi her istediği olan ve hayırsız emellerine ulaştığı için sevinen ahmak gibi sevinin şimdi ama o sevinçlerinizin son nefeste sizi kıskivrak yakalayıp boğacağını o gün geldiğinde bileceksizniz!

4 Aralık 2016 Pazar




Ölüyoruz Dostum!
Kimimiz savaşlarda, kimimiz yangınlarda ölüyoruz! Kimimiz kör kurşunların kurbanı, kimimiz zalimin zulmûne uğramaktan mağdur; ölüyoruz! Dolaşan diriler olarak ölüyoruz sevgili Dostum! O da nasıl deme... Susarken vicdanlarımız ölüyoruz! İyiyi ve kötüyü ayırt edemeyeceğimiz handikaplarla boğuşurken ölüyoruz. Her türlü yaşamaya direniyoruz. Oysa ebedi duygulara o denli müptela iken kefene sarıyoruz insaniyetimizi. Prangalar bağlıyoruz hürriyetine martıların... Ölüyoruz bin defa Dostum! Bulutların ardındaki maviliğe hasret kalarak hemde. Umursuzluğumuz hasta etti bizi. Kimsesizliğimize kimsesizlik katarak ilerliyoruz. Savurmuşuz ne varsa bize dair etrafa. Köhnemiş kalp hanemiz. Abartı değil dostum! Bunca acı varken, bunca hengâme, bunca savaş varken abartı değil bu sözler! Suskunluk toprağı atılmışcasına susuyoruz, sağırmışcasına kulaklarımız duymuyoruz. Benliğimiz etrafında semaya durmuşcasına bigâne kalıyoruz. Yalan değil dostum; dön bir bak: göreceksin sen de yaşayan ölülere dönmüşüz! Duymalı, görmeliyiz ve hatta dirilmeliyiz. Kalplerimiz dirilmeli, vicdanımız canlanmalı.Erken değil evet, ama geç de değil farkında olmak için. Unutmamalı; Umut etmek nefes alan her yaşayanın hakkıdır...

27 Kasım 2016 Pazar

Kardelen...




Geçiyor ömrümüzden bir sayfa daha. Süpürüyor hayat ne varsa gecmişe dair. Gelecek puslu bir yol önümüzde. Çırpınışlarımız nafile! Olacak oluyor her zaman. Yalpalıyoruz kimi zaman, kimi zaman da koşar adım ilerliyoruz. Bizi biz yapan eksik yanlarımız biliyorum! Yollar hep sapa, hep dikenli.

Ayaklarımıza takılan onca engele rağmen güçlü insan. Dikenler ve hayat ayrilmaz süper ikili. Kimin yok ki; desin benim dikenim yok. Sarmalanmışız adeta... Dikenin ta kendisi oluyoruz bazen. Acıya acıya canlarımız acıtmayı ögreniyoruz. Halbuki öyle mi olmalı? Bıçak bilene bilene körelir mi? İnsan unutunca kendi benliğini köreliyor. Bilakis Rakikleşmeli kalbimiz; dağ gibi üstümüze yığıldıkça herşey. Sırçadan olan kalbimiz sağlamlaşmalı. Tüm hantal ve hodgamlaşmış taraflarımız yontulmalı, şekillenmeli. Merhametsizlikler zalimlige evrilmemeli. Acımasızlıklar intikama dönüşmemeli. Gül atana, taş, taş atana gül! Karmaşası yordu dünyanın. Mecali yok ruhumuzun yara almaya. Bitmek bilmiyor dünya serüveni. Durdurak tanımıyor nasır tutmuş vicdanlar. Elleriyle yaralıyor, olmadı diliyle yaralıyor kimi. Bitmeyecek biliyorum kıyamete değin verecek insan sınavını. Deve kuşu misali toprağa gömerek değil, kardelen gibi karda açarak bekleyeceğiz dimdik. Yılmak yok kitabımızda; Sabredecegiz!

23 Eylül 2015 Çarşamba

FLAŞ GELİŞME ŞOK HABER!



Şok, şok, şok… Kesinlikle şok geçireceğiniz bir haber! Öyle ki çok şaşıracaksınız! Hiç ama hiç ummayacaksınız! Bir paraşütle atlayamamanın, ya da bir rafting yapamıyor olmanın, belki de bir cambaz ipi üstünde metrelerce yukarıdan ve metrelerce uzunluktan yürüyor olamamanın verdiği adrenalin boşluğunu giderecek bir haber bu! Hangi ünlü nerede; şok olacaksınız çünkü falanca yerde filancasıyla kahvaltı yapıyor; hiç kahvaltı yapan insan görmedik ya! Flaş gelişmeyi atlamayalım yine çok ünlenmiş biri kaza geçirdi; burnu bile kanamadı ama siz bir de arabanın halini bir görün. Güler misiniz, ağlar mısınız bu şoklardan sonra tabi bilemiyorsunuz. Ama ne var ki yabana atmamak gerekiyor; bir futbolcunun tezgâhtar sevgilisinin olması şok bir olay ne de olsa. İlginç… Ya da en çok satanlar listelerinde boy gösteren şarkıcıların sosyal medyada hayranlarıyla farklı rol ve dahi şekillerde video ve fotoğraf paylaşması da şok olunmayacak bir şey değil.
Çok mu çok meraklıyız bilemiyorum ama görünen o ki; kitap, dergi veya gazete okumaktan ziyade biz daha çok tıklamaların üzerine tıklamalar eklediğimiz şok olay, flaş gelişme haberlerine meyilliyiz.  Benim de son zamanlarda bu haberler  dikkatimi çekti açıkçası. Magazinsel olayları kullanarak, özellikle fazlaca tıklanmak isteyen site yöneticileri var. TV kanallarının az sonra, birazdan, şok haber, flaş gelişme metinleriyle verdikleri haberleri yakından biliyoruz ama şimdilerde bu yöntemi internet üzerinden site açan zevatın da keşfedip kullanması teşekkürü hak ediyor, zira istedikleri etkiyi yaratıyorlar. Sitelerini bir kaç dakika içerisinde binlerce kişi ziyaret ediyor bu yöntemle.
Ama gel gelelim ki tıklayıp bir iki dakika açılmasını beklediğimiz haberler bizi tatmin edici haber niteliği taşımıyor aslında.  Sonra harcadığımız zamana mı acıyalım, haberin bir yanıltmaca olduğuna mı yanalım şaşırıyoruz.
Malum odur ki popüler kültürün popüler olan parçaları insanları bir yöne çevirmekte ve parmağında oynatmakta oldukça mahir. Hâlbuki nitelik açısından bir şey kazandırmayan, fakat nicelik bakımından yer edinmiş metalar oldukça değerli addediliyor. Yine bir misal verilecek olursa büyük meblağlı reklamlarla sunulan ve mümkünse idoller aracılığıyla piyasaya sunulan birçok şey bizi belirli bir tatmine ulaştırmasa da kendimizi bu popülaritenin etkisinden alamıyoruz. Tabi bu da bize sunulanın değil sunumun ne denli kitleleri etkisi altına aldığını gösteriyor.
Bir diğer konu ise biziz; Sorunlu kişiler miyiz diye içimden geçirmeden edemiyorum. Acaba içimizdeki bastırılmış heyecan ve arzuların dışa vurumu mu sağlıyor bu tarz haberlere olan ilgimizi. Zira sosyal medyanın asosyal insanlarına dönüştüğümüzden beri ve dahi koltuklarımızda en çok oturduğumuz yerin izini bırakacak kadar oturduk oturalı hareketsiz kalan ve adrenalin hormonunu sağlayamayan biz; bu haberler sayesinde bu eksik duygularımızı tatmin etmeye mi başladık?
 Fakat Everest’e tırmanmış olmak mı daha heyecan verici, yoksa bir ünlü şahsın özel yaşantısındaki çalkantılar mı?  Oturduğumuz yerden kalkmaya bile üşenir hale gelmişken nereden çıktı Everest’in tepesi mi diyorsunuz? Bence öyle diyorsunuz ama kabullenmesi zor neticede. Google amca sağ olsun. Hem akademik boyutta hem de günlük magazinsel haberleri sunma konusunda bizim yerimize oldukça çalışıyor ve bizim de her şeyi hemen oracıkta, masamızın başında öğrenmemizi sağlıyor. İlla paraşütle bir vadiye inmemiz gerekmiyor; çünkü Google amca ve yeğenleri olan siteler bize paraşütle atlayanların nasıl atladığını göstererek içimizdeki başarma duygusunu bir nebze olsun yatıştırıyor ya da durun öldürüyor demem mi gerekiyor ona siz karar verin! Ve yine, artık yurt dışına çıkıp boş yere (!) para harcamamız da gerekmiyor: yıllardır birileri çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı bilir kavgaları ede dursun, birileri de çok televizyon izlerken ha keza o site senin, bu site benim çıtır çerez haberlerini takip ederken hangi ülkede neresi var, veyahut gündeminde ne haber var öğreniyor.
Bir şekilde kendi isteğimizle olsun olmasın kandırılıyoruz. Ama ne merakımızı celbeden haber başlıklarına karşı kendimize dur diyoruz ne de insanların bu tutkusunu fark etenler bundan şikayet ediyor.

Şok haber demişken mesela ben; Filipinlerin haritada yerini bir kerede bulamam ama goni kasırgası sebebiyle zor günler yaşadığını öğrendim sosyalleştiğim sitelerden birinde (?) ABD ye hiç gitmedim ama ormanlarının yandığını öğrendim. Şöyle ki bir haber sitesinde şok şok alev alev orman yandı bitti, kültürel mirasımız yok oluyor haberini görünce merak ettim memleketimin hangi ormanı yanıyor diye.  Ben de haberi okumak üzere üzerine tıkladım.  Eyvah diye endişelendim ve fakat gönüllü ekiplerin istenmesine karsı yanan ormanları söndürmek için elime bir tas su bile almadan oturduğum yerden içim yandı. Sonra aslında benim Avm’si bol olan şehrimdeki ormanımın yanmadığını öğrendim. Ne mi oldu tabii ki şok olay elimde patladı bu yazı da böylece yazıldı...

8 Haziran 2015 Pazartesi

SUÇLAMA İBRET AL...


Şöyle bir söz söylenmiş: “Büyük gruplar halindeki aptal insanların gücünü hafife almayın./George Carlin tarafından. Elzemdir ki insanları küçümsemek kötü bir hastalığa düçar olmaktır. Ve unutmamalı ki karşındakini hafife alırsan durgun denizin ardındaki sert dalgayı fark edemezsin.

Misal siz hiç sörf yaptınız mı? Veya hiç izlediniz mi sörf yapan birini? Sörf yapan sörfçü gün olur saatlerce dalga gelmesini bekler. Hatta  en küçük dalga bile onu heyecanlandırır. Her dalganın bir kıymet-i harbiyesi vardır onun nazarında. Dönüp gitmez, rehavete kapılmaz. Bilakis bilir sonunda dev bir dalganın isabet edeceğini. Eğer dönüp gitse yılmış olacaktır. Ama o bekler ve sonunda dev bir dalgayla mücadele etmenin hazzıyla yaşar. Başarmıştır! Bekleyip sabretmenin mükâfatını almıştır! Zindedir… Statik değildir; dinamiktir her zaman. İşte bu feraset sahibi bir insanın özelliğidir aynı zamanda. Bir sonrayı düşünebilme yeteneği… Tedbiri elde tutma özelliği… Akıllı insan tetikte bekleyen, tedbiri elden bırakmayan öngörülü insandır zira! Hafife almaz hiçbir kimseyi, dahi hiçbir meseleyi ve hafife alınmaktan da o denli hazzetmez!

Ama ne yazık ki oluyor bazen... Bir gaflet anı vuruyor insanın sahilini. Düşebiliyor! Yenilebiliyor! Ve en önemlisi yanılabiliyor... Fakat biliyoruz ki umutsuzluk yok! Biliyoruz ki kurşuni bulutların ardından elbet güneş doğacak. Ama pamuğu demirle kıyaslayarak değil; bu bir gerçek. Taş atana taş atarak değil! Yadırgayarak, horlayarak değil…  Leyin lisan olmalı üslubumuz, Nebevi bir ahlaka bürünerek olmalı fetihler… Başarılara bağıra çağıra değil; sinemizde mütevazı bir sükûta erişerek koşmalıyız! Aksi takdirde hafife alma; hafife alınırsın! Küçük görme ola ki küçük gördüğün gün olur seni küçümser. Tarih bu dediklerimi onaylar nitelikte değil mi adeta. Ben oldum denildiği zaman değil mi sıkıntıların kapımızı çalması. Büyüklerimiz demiyor mu refah bu dünyada değil. Dinlenmek bu fani dünyaya mahsus hiç değil!

Özellikle son zamanların gündemi insanları karşı karşıya getirdi. Siyasetin konuşulduğu ortamlarda gerginlik aldı başını gitti. Benim gibi düşünmeyen adeta düşman ilan edildi. Hep suç başkasında aranır oldu. Sosyal medyanın her mecrasında birbirine olanca hınçla kalem şövalyeliği yapan insanları okur olduk. Hatta düşen oylardan, çıkan koalisyon sonucundan son derece rahatsız olup okçulukla suçlar olduk insanları. Yine bahaneler üretip durduk ve nerede hata yaptık iç muhasebesinden uzak kaldık.  Hâlbuki dertsiz baş imtihansız hayat yok der büyükler. Herkes davranışını dikkate alıp yanlışını görmek için vicdan aynasına bakmaz ise daha çok baş ağrıyacak demektir. Bu sınavı bakalım nasıl vereceğiz ülkece. Umutsuzluk yok yinelemek gerek. Çare, geç olmadan, ipin ucu kaçmadan doğrulup ve dahi yanlışlardan silkelenip, yol almaya bakmakta kuşkusuz.

O vakit her şartta ve durumda muvazeneyi elden bırakmadan gerekli tedbirleri almalıyız. Başkalarını suçlamadan önce kendimize çevirmeliyiz okları. Yoksa Ziya paşa o meşhur dizesinde ne demiş;

‘’Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’’ o günleri görmeyiz inşallah…