3 Aralık 2011 Cumartesi

SOLGUN BİR GÜL GİBİ ELLERİMDE ZAMAN...


Solgun bir gül  gibi ellerimde zaman...

Ne çabuk değişiyor her şey.
Dokunduğumuz ne varsa düne dair,
Ne çabuk eskiyor ellerimizde
Gül gibi solup, bir yangın artığı kül rengini alıyor sevdalar.

Bir yangın bu, henüz kibrit bile çakmadan alev alan.
Kızıl bir bulut ne çabuk sarıveriyor afakımızı
Açtığımız her yeni sayfa çabucak kirleniyor sonra himayemizde.
Ve ben yetişemiyorum zamanın; hızına, akışına…
Önden gidiyor özlemle arayıp, güçlükle bulduğum ne varsa.
Ve kendimi hep arkadan el sallarken buluyorum hayata

Kadim bir kovalamaca bu, çok eskiye dayanıyor başlangıç noktası…
Değişmeyen tek şey, durduğumuz, kalakaldığımız yer
O hep önde, bense arkada…
Yorulması yok.
Ardına baktığı hiç yok.

Kaçışı uzak diyarlara; belli koşuşundan
Tanımasam çok vefasız, diyeceğim ama biliyorum; değil.
Bilmesem, acımasız, diyeceğim ama eminim öyle de değil.
Sırçadandır yüreği bilirim, kayadan değil.
Korkular sarmış yüreğini,
Katbekat pelerinlerin altında gizlemiş bedenini
Bildiğim bir şey daha var ki; nefes nefese bırakıyor beni…
Yoruyor ve…

Soluyorum bir avcının ellerinde günbegün.
Gülün solması gibi değil,
ürkek bir yaralı ceylanın soluşu gibi soluyor tenim.

Ama…
Ümitsizlik yok kitabımda…
Ayrılıklar kolay çatlatamaz susuz dudaklarımı.
Kırılır belki ama yıkılmaz yüreğim, iyi bilirim.
Her şeye rağmen, bir inat, bir direniş…
Yenilgisi yok bu mücadelenin, galibi yok bu kavganın.
Geçtiğimiz yollardaki ağaçlar yaprakların döküyor usulca.
Eskiyor mevsim, sararıyor takvim yaprakları.
Ve bir beden daha küçülüyoruz O ve Ben.

Aceleyle sayfaları karıştırılmış eski bir roman gibi
Mazinin tozlu rafında yaşadıklarımız.
Buruşmuş bir kâğıt parçası olmuş ne de çabuk hayaller
İtiraf etmeliyim; çok acımasız bir terk ediş bu aslında.
Rafta duran kitabın arasında bir zarfa gizlenmiş kelimelerim.

Bir çift de kanat var sararmış yaprakların arasında.
Kırılmamış ama yorgun bir çift şeffaf kanat!
Unutulmak umarsızlıktan daha hazmedilir bir şey.
Hatırlamaktan korkunca insan, unutmak en kolayı geliyor nedense
Ve biz unutulmamak için telaşla yaptığımız ifşaların esiri oluveriyoruz.

Ama…
Çaresizlik bana göre değil.
Ümitsizlik yok lügatimde.
Arada bir bağırsam da fısıltıyla haykırmayı da öğrendim artık.
Gelişlerim telaştandı, dokunuşlarım ayrılığın korkusundan.

Üşümeler hatırlatacak artık titremelerimizi.
Mevsim artık kış, başladığımız yere ramak kaldı yine.
Yağmurlar yine yağacak üzerimize
Sen ayrı yolda üşüyeceksin, ben ayrı yolda
Bir sokak köşesinde yanan ateşle ısınacak ellerimiz
Bir sıcak çayda bulacağız sonra bizi
Belki de bir salebin sıcağında
İzlerimizi bir imza gibi bıraktığımız köşelerde bulacağız

İnsan değiştiriyor böyle zamanlarda kabuğunu
Ve hatıralar soyunduğumuz kabuklarla kaldırımlara karışıyor.
Eski bir süpürge savuruyor onları mazinin mazgallarına.

Umarsızlık bana göre değil, yalan yok.
Ama unutmayı öğrenebilirim sanırım.
Bu kış olmaz belki ama…
Olur ya Unuturum gelecek bahara…

29 Kasım 2011 Salı

SAKLAMBAÇ...


                SAKLAMBAÇ...
Bir saklambaç oyunundayız seninle biz
Öyle bir saklanmak ki bu
Hiç bulunmamacasına bir kaçış gibi...

Merdivenler ve labirentler de kovalamacalar
Ama hiç ulaşamamak var ucunda.
Hiç sobelenmemek var.
Bir çanak çömlek patlasa da,
Tekrar bir araya gelsek
Ama bu sefer yüze kadar saymayı bile bekleyemem,
Mızmız bir çocuk gibi bakarım göz ucuyla saklandığın yere.
Sonra elimle koymuş gibi bulurum seni...
Ama bir çanak çömlek patlasa keşke
Söz bir daha ayırmam seni gözlerimin ucundan.

Şimdilerde galata kulesine astığım hayalinle yetiniyorum.
Bir paraşüte asılı kalmış ruhumuz,
Gidiyor rotasız, ama hiç basmıyor yere ayaklarımız
Bir zıpzıpın heyecanında hapsolmuşuz,
Tüm çocuk oyunlarında bulmuşuz sonra kendimizi.
Hadi çık artık saklandığın yerden ortaya,
Bir kardelende mi gizlisin yoksa?
Bak küsmüş martılar bize,
Acıkmışlar biz onlara simit atmayalı.

Hadi çık bir daha oynamayalım saklambaç oyununu.
Bu oyuna nerede başladık biz?
Nerede kaçtık birbirimizden böylesine?
Korkularla ne zaman ısınır olduk?
Ne zaman sevgimizle üşümeye başladık?

Şimdi çıkma, gizlen, kaç, kork...
Elden gidince biz, arama bir daha.
Saklan olduğun yerde yıllarca…
Günbegün erirken hayaller ellerimizde,
Katbekat katlanırken kederler yüreğimizde,

Sen saklan çıkma saklandığın yerden.
Gün ışığı doğmuyor bak yüzümüze
Sarardı ellerimizde hatıralar.
Bu kaçış gidiyor gittiği yere kadar
Ve biz öyle halsiz ve bitkin
Koşuyoruz ardından yılmadan

Bir saklambaç oyunundayız seninle biz
Öyle bir saklanmak ki bu
Hiç bulunmamacasına bir kaçış gibi...
Merdivenler ve labirentler de kovalamacalar
Ama hiç ulaşamamak var ucunda.
ve biz bu saklambaç oyununda, ulaşamadık bir sona…