28 Haziran 2012 Perşembe

HERŞEYE RAĞMEN SEV!




Gurbet hiç bitmeyen bir duygudur sevene...
Sevdiğinden ırak kaldığı bir saniyeyi bile gurbet sayar seven kendine.
Hasret addeder adeta her saniyenin sılasını. Vuslat anları ise bir bayram anıdır. Çünkü her an varlığında teşekkül bulmak ister sevdiğinin. Onunla ya da onsuzken de aslında hep onunla varlık sürer… Tek arzusu, emeli budur. sevdiğiyle var olmak, sevdiğinde var olmak...

Rüya âlemidir aslında  bir bakıma bu âlem . Hiçbir şeyin ebedi kalmayacağı bu fani âlemde ebediyen sevdiğiyle olmayı arzular. Hâlbuki fanidir her çiçek gibi, her insan gibi sevgilerde. Ancak birbirini Allah için sevenler müstesnadır!
Ama neredeyse bu sevgileri de bulmak samanlıkta yere düşen iğneyi bulmak kadar zor ve meşakkatlidir. Bu tür sevgileri bulmak ne kadar meşakkatli ise, o derece de sevdiğini iddia edenlerin ahu vah iniltileri yeri ve göğü inletir. bu kadar azlığın içinde çokluk şaşırtıcıdır doğrusu...

Nasıl oluyor oysa?

Bir saniyenin acısını kalbinin derinliklerinde duyan insan nasıl oluyor da ayrılık tokadını yiyince kendi olmaktan çıkıp başka bir şekle bürünüyor. Sevgisi yerini nefrete bırakıyor. Zaten Hayret vericidir delice sevmek iddiası… Buna mukabil küçük bir dalga vurunca sahiline insanın, sevdiğinin düşmanı olması daha bir hayrettir!  Sonra bu denli istikamet sapması da hayret vericidir. Anlamsızlıklar içredir bugünün sevgileri. Oysa eskilerin sevgisi böylemiydi?  Bir çırpıda bitecek gibi miydi? Bir fırtınayla kendini rüzgâra mı kaptırırdı bugünkü gibi?

Farz-ı misal Ömer Hayyam'a göre sevgi şöyle ifade buluyordu kelimelerinde;

“Hakikat avcılarının nazarında güzelde birdir, çirkinde. Hakiki âşıkların durağı cennet de olsa fark etmez cehennemde.  Dizginlerini sevgiliye bırakanlar atlas giyinseler ne yahut yırtık aba; hakikatte âşıkların başları altında kuştüyü yastık da bulunsa hoştur, kerpiç de… “

Sevgiliye karşı meşakkat çekmek yükten değil bilakis sevginin asilliğinden kaynaklanıyordu hâlbuki.  O günlerin ardından çok sular aktı demek ki şimdilerde ağızlarda sakız edilen delice sevmek kavramının içi boşaltılmış. Ne yazık ki; karşılık varsa hislerimize, duygularımıza; adına sevgi deniyor!  Ne ala… Ama yoksa bir karşılık, bir çırpıda karşılıksız sevmenin de enayilik olacağı addedilmiş.

Yazık ki pazarlık konusu olmuş duygular, olmasın!

Karşılık beklenir olmuş, beklenmesin! 

Saf ve temiz duygular enayilik addedilmiş, addedilmesin!

Ve...
İnsan her halükarda sevsin…


27 Haziran 2012 Çarşamba

ALLAH’A EMANET!







Bir öğlen sıcağı… Öyle bir sıcak ki kavuruyor dört bir yanı. Başaklar tarlada sararmıyor bir tek; kavruluyor adeta. Gördüm böğürtlenler olgunlaşmadan kurumuş dallarında. Yeni olgunlaşması beklenen asmalardaki üzümler daha yeşil iken kurumaya yüz tutmuşlar.



Ben deniz manzaralı güzel bir İstanbul tepesine doğru yol alıyorum. Rüzgâr okşayacak biliyorum birkaç dakika sonra sıcaktan kavrulan bedenimi. Bu düşüncenin ferahlığı ile sabrediyorum sıcağa. Tahammül ediyorum güneşin yüzüme yüzüme dokunuşuna.



Sonra beklediğim otobüs durağına, arkamdaki hastaneden yeni çıkmış  60 ila 70  yaşları arasında  bir amca ve hanımı geliyor. Amcanın kolundan yeni çıkmış serum, yara bantlı kolu. Diğer bir kolunda da enjektör izleri... Kan alınmış belli birkaç defa. Yüzünde acı bir ifade. Kızım diyor;

15 no’lu araç geçti mi duraktan?

Geçti amca, tamda beş dakika oldu diyorum.

Amca can havliyle karışık hayıflanıyor.

Ne zaman gelir kızım diyor,

Ben de; bekleme o otobüsü amca; kırk dakikayı bulur gelmesi,

Senin gideceğin yere minibüs var sen ona bin bekleme bu sıcakta diyorum. Amca kararsız kaç para kızım diyor minibüs?

Bir buçuk lira amca!

Yaşlı amca hesap ediyor yanındaki hanımıyla 3 lira eder… Yok, amca kararsız! Emekliyiz kızım! Kartımız otobüse binersek ücretsiz, şimdi nasıl minibüse para verelim?

Devamlı gelip gideceğiz kaç para eder hep minibüse binersek?
Üzüldüm…
Sen sağlığını düşün amca gel ben bindireyim diyecektim ki amca aldı hanımını da tuttu tekrar hastanenin yolunu.  Anladım bekleyecek bahçesinde otobüsün gelme vaktini. Bekleyecek ve başaklar gibi solacak sıcakta. Neden? Boğazının rızkı minibüse gitmesin diye! Yaş 60 ile 70 arası! Gençlerden daha dayanıklı güneşe, belki de mecbur cebindeki bir gıdım emekli maaşı kıtı kıtına yettiği için… İlaca mı yetsin para, Minibüse mi? Elektriğe mi, suya mı? Harca harca bitmez, tükenmez değil ya!
Amcada öyle ise Allah’a emanet ola!



Ben gideceğim yere giden tek otobüse bindim… İndim İstanbul’un püfür püfür esen tepesinde. Güneş rüzgârla karışık hafifçe dokunuyor burada tenlere. Yakmıyor teni… Benim gönlümde, ruhumda müsterih. Ama aklım hasta ve yaşlı amcanın ne yaptığında… Ve yüzündeki çaresiz ifade gözlerimin önünde... Eğer birileri bakıma muhtaç iken birileri sefa peşindeyse vebal hepimizin sırtında bir yüktür! Burada güneşin sıcağına dayanabiliriz ama hesap günü, hiçbir gölgenin gölgesinin insana fayda vermeyeceği günde bizimde halimiz, ahvalimiz Allaha emanet!



25 Haziran 2012 Pazartesi

ARADIĞIMIZ MUTLULUK NEREDE?



Bir selam vermek yetiyor;  bir yakınının, Dost’unun, sevdiğinin derdini öğrenmek için...
Dert yananlar dahi halinden şikâyet edenlerle dolu şu koca dünya. Kimse bir yere, bir mekâna sığamıyor adeta. Bir dert duymaya görelim aynı hamle bizden de geliveriyor hemen. Kimin derdi yok ki! Kim stressiz bir hayat sürüyor ki? Kim her şeye rağmen mutlu mesut? Gibi...

Cevaplarımız da hazır, duyacaklarımız da hazırdır birde üstüne üstlük. Bir kalıba çoktandır sığdırılmıştır. Ama kaçını kullanırız ve uygularız o da apayrı bir muammadır. Bunlar bir kaç cümlede açıklanacak olursa; aman idare ediver! Aman boş ver gitsin! Bir doktora git mutluluk ilacı al! (depresyon ilaçlarına halk arasında verilen isim) gibi klişelerdir teselli metotları. Bir de bu metotların daha entelektüel olanları vardır. Dertlerden, kederlerden kurtulmak isteyenlerin, mutluluk avcılarının metotlarıdır bunlar da. Farz-ı misal; yoga yapmak, yine antidepresan kullanmak, kendini alabildiğince eğlenceye; vur patlasın çal oynasın havasına sokmak, tarot falları açmak, kahve falı baktırmak, sihirden büyüden fayda beklemek dahi büyük enerji kaynakları olduğuna inanılan taşları üzerinde, evinde taşımak...

Aslına bakarsanız mutluluk iksirinin nerede olduğunu aramak için başvurulan bu yöntemlerin hepsi apayrı yazı konusudur. Üzülmemek için her şeyi boş vermek mi gerekir? Yoga bütün dertleri unutturur mu? Tek taraflı fedakârlıklar mutluluğun kapısını aralar mı? Bu gibi soruların birçok cevabı da vardır ancak benim bu yazıda anlatmak istediğim nokta; huzur, mutluluk, şifa gibi birçok özelliğinin olduğuna inanılan taşlar... Sakın bilimsel bir yazı olduğunu düşünmeyin! Bu yazdıklarım sadece benim düşüncelerimden ibarettir.


İnsanlar mutlu olmanın, mutlu olmasa da mutluluğu en azından hissetmenin yollarını aradılar yüzyıllar boyu. Birçok lüzumlu lüzumsuz yollara gark oldular. Şimdilerin trendi ise doğal taşlardır. Hangi tarafa yüzünüzü dönseniz doğal taş satan dükkânlar ya da yol kenarına konuşlanmış küçük tezgâhlar ile dolmuş. Ha keza televizyonlarda birçok programda da doğaüstü güçlerinden bahsedilmektedir taşların.  Bu taşlara birkaç tane örnek verecek olursak:



Agate taşının; Uzun ömür ve mutluluk simgesi olduğu söylenmektedir. Aynı zamanda günlük stresi de alıp götürdüğü iddia ediliyor.

 Kaplan Gözüne gelince: Sahiplenme arzusunu güçlendiriyormuş insanda. Ve kendini işine vermesini sağlıyormuş.


Opal ise: Sevgi ve şefkat simgesi olarak bilinmek ile beraber; Karşılıksız seven kişiler için bir umutmuş.  Şifası da Eklem iltihaplarını geçiriyormuş.


Jade yani diğer bir adı ile (Yeşim): İyi ilişkiler ve vefalı dost simgesiymiş. Aynı zamanda böbrek rahatsızlığından kaynaklanan ateşi düşürdüğü de söyleniyor.





Ametist: Strese, migrene iştahsızlığa, göz ağrılarına ve akciğer hastalıklarına iyi gelmesinin yanı sıra Bağışıklık sistemini güçlendiriyormuş.
Jasper taşı; onunda hüneri büyük: Sevgi ve inanç simgesiymiş…

Evet, taşlarda bu kadar özellik rivayet olunca akın akın onlara koşmaya başladı çoğu insan. Medet arayanlara medet, şifa arayana şifa oldu!.. (göreceli) Hâlbuki iyi ilişkiler kurmamız için tek umut jade taşı mı? Sevgiye olan inancımızı jasper taşı mı sağlayacak peki? Ya aradığımız şefkati bize opal mi getirecek. Stresten bizi uzak tutması ve bize uzun ömür getirmesi için agate taşından mı medet umacağız?

Ne var ki çoğu mutluluk vesilesi yitirilmiş olduğundan taşları vesile kılmamız kaçınılmaz. Oysa sıcak bir sarılış da insana mutluluk verebilir.  Sevdiklerimizden esirgemediğimiz Küçük bir tebessüm de mutluluk kaynağı olabilir. Yine bir el uzatmak yardıma muhtaca, küçük bir hayvana şefkat göstermek de stresi azaltabilir. İçimizde ki merhamet ve sevgiyi bu duygulardan yoksun kalmışlara aktardığımız vakitte oluşan enerji kaynağı umudumuz olabilir.

Ama her şeyde olduğu gibi kolaycılık ise niyetimiz, içimizde kalan sevgi kırıntıları da heba olur. Oturduğumuz yerden hiçbir çaba sarf etmeden sevgi, merhamet şefkat gibi mutluluk kaynağı duygular ayağımıza gelsin diye taşlar takmak, tabiri caizse saflık olur.
O halde mutluluk mu istiyoruz sıcak bir el uzatalım yardıma muhtaç olana.
Sıcak bir yuva, sığınak mı arıyoruz sığınalım en sevdiğimiz şeye her ne ise...
Şifa mı arıyoruz şifa olalım tüm hastalara… Böylelikle başkaları da fayda görsün bizim elimizden, dilimizden sevgimizden.
Unutmayalım; mutluluk paylaştıkça evrenselleşir, çoğalır ve büyür…