Seninle ben;
madde âleminden önce mana âleminde tanıştırıldık ilk olarak.
Daha
ruhlarımız bedenlerimize emanet edilmemişken, kaderlerimiz birbirine emanet
edilmişti.
Zamanın ve mekânın
olmadığı ezelde kalem gıcırtıları yazmıştı yazgımızı kâğıtlara.
Gözlerimiz,
ellerimiz buluşmadan önce, ruhlarımız buluşmuştu ötelerde. Ötelerin nuruyduk
evvelde.
Sen ve ben
Yazılmıştık ama yaşanmamıştık bir süreliğine.
Sen ve ben
Yazılmış bir masaldık ama okunmamıştık. ,
Yazılmıştık
ama virgülden sonra bir noktaya varmamıştık.
Gölgelerin
dünyasında birbirimizi bulacağımız zamana dek bekleyecektik kuşkusuz.
Ta ki vuku
bulup yaşayıncaya kadar, nokta oluncaya kadar beklemekti üzerimize düşen.
Ruhlarımız
bedenlerimize emanet edildikten sonra her ikimizde gönderildiğimiz bu âlemde
kendi hayatlarımızı yaşıyorduk.
Ne var ki; Madde
âlemine geldik geleli bir yokluk içindeydi Kalplerimiz. Boşluğumuzu Doldurmayı,
doldurulmayı bekliyorduk.
Kim nasıl
giderecekti bu yokluğu? Kim nasıl dolduracaktı içimizdeki derin boşluğu?
Evvelimizde
ve ahirimizde süreğen bir tatsızlık, bir yalnızlık vardı. Yokluk vardı aynalara
her baktığımızda yüzümüzün derin çizgilerinde.
Var olmak
için sebeplere sığınırdı insan çünkü. Arıyorduk bizde sebebimizi köşe bucak.
Bekliyordum, bekliyordun…
Bekliyorduk…
Ve
bilmiyorduk birbirimizi.
Ama
içimizde bir şey Bilmediğimizi bilmeyi istiyordu!
İki âlem
arasında geçen zaman diliminde bekledik onca.
Bir gün,
vakti saati geldiğinde, ezelde yazılan yazı vuku buldu.
Kalemin
kâğıtlara yazdığı alnımıza yazıldı ve Sonunda Yazılan oldu!
Tevafuk
etti tam anlamıyla hayatlarımız; hayatlarımıza.
Bilinmeyenin
gizliliği içinde kavuştuk dahi doldurduk dolduramadığımız derin boşluğu.
Bir sır,
bir giz kuşatmışken etrafımızı; bulduk aramakta olduğumuzu.
Zira
aramakla geçiyor insanın ömrü. Bilmediğini, bilemediğini aramakla…
Artık
alnımıza yazılan ve aynı olan yazı ikimizin yazgısıydı.
Bize
atfedileni, üzerimize teslim edileni ifa edecektik teslimiyetle.
Ve bağlayacaktık
bağlarımızı düğümlerle.
Bu ne şans
eseriydi ne de tesadüflere dayalıydı.
Tevafuk
edilen zaman; doğrusuyla yanlışıyla bizim zamanımızdı.
Nasibimize
düşeni bir çizgi üzerinde sırasıyla yaşarken şimdi; Bize ayrılan zamanı yaşama
sırasıydı.
Payımıza ne
düşüyorsa, ne kadar düşüyorsa…
Sonra…
Birleşmek
yazılmışken ellerimize, bir ayrılık
vurdu sahilimize.
Yüreklerimizi
kavuşturan kalem; günümüz, saatimiz dolduğunda yokluğumuzu, suskunluğumuzu
yazdı. ...
Bir pranga
gibi bağlandı yüreklerimize.
Mana âlemin
de yazılan madde âleminde böyle vuku bulmuştu.
Ayrılık
kaşlarını çattı gözbebeklerimizin ta içine. Bir şimşek gibi çaktı
yüreklerimize. Beklenmedik bir anda beklenmedik şekilde hayatlarımızdaki düğüm
çözüldü birbirinden.
Hangi
ayrılık kolaydı? Ya da hangi ayrılık beklenebilinirdi ki? Bizde; ansızın gelip, ansızın gittik bir
birimizden. Ama bir tesadüf değildi tüm bunlar. Yaşanması gerekiyordu yaşadık
yazılanı ve şimdi başka hayatlara yelken açtık.
Başka
denizlerin dalgasıyla boğuşur olduk.
Hicret
ettik bir yazılandan diğer yazılana. Ömür dediğimiz bir yolculuktan ibaret
değil miydi? Ve üç şeritten oluşmuyor muydu?
Bir;
gelişimiz, İki; yol alışımız, üç; gidişimiz…
Şimdi son
yolda tüketiyoruz hayatı. bir ayrılık şarkısı çınlıyor kulaklarımızda.
Biz, yaşadık, ifa ettik hakkımızda yazılanı.
nihayet buldu sonunda; yaşadık ve bitti!