6 Ağustos 2013 Salı

KAVGA...

Ben özlüyordum
Sen susuyordun
Ben koşuyordum
Sen yerinde duruyordun
Ben hep geliyordum
Sense hep kaçıyordun
Ben haykırıyordum her fırsatta
Sen içine atıyordun çığlıklarını
Ben duymak istiyordum sesini
Sen saklıyordun kelimelerini
Ben bil istiyordum
Sen gizlemeyi seçiyordun
Ben fevri davranıyordum
Sen durgun bir su gibi süzülüyordun
Ben bekliyordum hep
Sen hep bakıyordun uzaktan
Bir gün bir solgun bahar uğradı çehreme
Sen baktın yüzüme tebessümle
Ben döndüm arkamı

Ve gittim...

ÇIĞ GİBİ...

Nasıl da bir yoksunluk bıraktın bana?
Öyle allayıp pullayıp hem de.
Tutuşturdun bir hediye gibi ellerime.

Nasıl da bir hasret bıraktın bana? Sızlata sızlata yüreğimi hem de.
Hiç acımadan, merhamet etmeden mahkûm ettin.
Mecburdum boyun eğmeye.
Bir madalyon gibi taktım boynuma sunduklarını.
Ve onurluca taşıdım sinemin tam ortasında.

Nasıl da bir gözyaşı bıraktın kirpiklerimin ucunda.
Boğazımda düğüm oldu kelimeler.
Hep dilimin ucunda bir acı olarak kaldılar.

Nasıl da bir sessizlik bıraktın bana.
Çığlık olup büyüdü acılar. Feryat oldular yine de sustular.
Sustu martılar benimle.
Sustum ben.

Nasıl da bir keder bıraktın bana öyle.
Dinmeyen,
Ve her gün daha da büyüyen,
Sonra bir çığ oluveren bir keder

Şimdi bıraktıklarını saymakla meşgulüm
Kendimi biriktirdiğim yoksunlukların ellerinde heba etmekle

Zaman en iyi kumbara ellerimde
Ve kazancım çok
Yoksunluk ise tükenmez bir meblağ
Hiç azalmayan ve hep artan

Şimdi bakıyorum da kumbaramda birikenlere
Nelere karşılık neler feda edilmiş?
Umutlara karşı vefa nasıl tüketilmiş…

Ama
Biliyorum ki;
Kaybetmeden kazanılmıyor hiçbir şey

Ve biliyorum ki ben kaybede kaybede kazananlardanım...

5 Ağustos 2013 Pazartesi

UMUT YEŞEREN FİLİZ ELLERİMİZDE...



Yorgun, biçare şimdi sinelerimiz. Bin bir parça oldu çoktan dedikoduların, kinlerin, nefretlerin, çıkar kavgalarının, rant mücadelelerinin kirli ellerinde.  Adeta kuşatılmışız çepeçevre kapanlarla.
Büyük hınçlarla başladığımız sabahlar çoktan yorgun akşamlara saldı kendini. Bunca yenilgiden sonra hiç uslanmadık ama. Hiç caymadık fikrimizden. Bayrağı kimseye bırakmadık.
Defahatle ayağımız takıldı hem de çalılı yollarda. Tüm hengâmelere karşın ve yara almalara rağmen daha güçlenerek kalktık ayağa. Asil bir şövalye edasıyla göğsümüzü siper ettik düşmana.  Boynumuz bükülmedi hiç, umursamadık ah almayı, can yakmayı... Yüzümüz kızarmadı, bilakis en iyi öğrendiğimiz şey Yumruklarımızı daha çok sıkmak oldu.  Hırslarımıza bir yenisini daha ekledik her seferinde.
Kazananın ve kaybedenin belli olmadığı savaşlarımızda geri çekilmek utanç sayıldı ve biz beyaz bayraklarımızı bile çekmeye takat bırakmadık vicdanlarımızda.
Yorgun savaşçılarıyız şimdi bu kirli dünyanın. Vicdanlar pas tutmuş, merhamet buz kesmiş yüreklerimizde. Eleklerimizde derin yaralar açılmış. Muhasebe yeteneğimiz elimizden alınmamış aksine bizden uzak adım kaçmış.
Ama var biliyorum tüm bu kirliliğe rağmen bembeyaz karlar içinde açan kardelen çiçekleri. Var biliyorum simalarında beyaz güller açan masumlar. Var biliyorum arz’dan arş'a ulaşan temiz dualar...

Onlar kendi akıttıkları gözyaşlarıyla temizliyorlar dünyanın kirini pasını… Ve biliyorum ki bir yerlerde her şeye rağmen hala filiz veriyorlar...

4 Ağustos 2013 Pazar

DOBRA DOBRA mıyız? Yoksa KALP KIRICI mıyız?


Dobra dobra kelimesi birleşik bir isim olup Bulgarca “dobro” kelimesinden meydana gelmiştir. Bulgarcada; doğru, iyi manasına gelmektedir. Türkçe sözlük anlamı ise; çekinmeden, açık açık konuşmak, söylemek manalarını teşkil etmektedir.
Hangi manada kullanılır?
“Dobra dobra olmak”, “dobra dobra söylemek” söz dizileri lafı kimseden esirgemeyişin deyimleşmiş diğer tabirleridir.  Bu deyimler Çoğu zaman açık sözlü insanların kendini tanıtma biçimidir. “Ben dobra dobra bir insanım!”
Halk arasında da bir insanla ilgili “o çok dobra biridir” denirse o kişiyle ilgili algıladığımız;  bu kişinin hiçbir şeyi söylemekten çekinmeyen, içinden geleni söyleyen açık sözlü  bir insan olduğudur.
Açık sözlü olmanın neresi yanlış?
“Açık sözlü olmanın neresi yanlış!” düşüncesiyle konuşan “dobra” insanlar; “lafımı esirgemem, çekinmem, güzele güzel, çirkine çirkin derim; darılmaca, gücenmece yok” deyip ağızlarından çıkan lafın karşı taraftaki kişinin kalbini kırabileceğini, gururunu incitebileceğini akıllarına getirmezler.
Eğer dobra dobracılık diye tabir edilen husus haddinden fazla olursa hiç de masumane bir doğruculuk, açık sözlülük olmuş olmaz. Kırıcılık boyutuna ulaştığı vakit şeklini değiştirir ve ‘’patavatsızlık’’, yani düşünmeden konuşma şeklini alır. İyiliği ya da kötülüğü, güzelliği ya da çirkinliği açık sözlülük adı altında mübalağa ederek ifade etmek ham bir davranış biçimidir. “Dobra dobra” dediğimiz tabir daha çok bir kötülüğü, bir olumsuzluğu ifade ederken ortaya çıkar. Unutmamamız gereken bir şey vardır ki oda üslubumuz hiçbir zaman kalp kıracak şekilde değil aksine gönül alacak şekilde olmalıdır. Bu hususta Hazreti Mevlana ne güzel demiştir:
‘’Lûtuf merhemi ol, inciten diken gibi olma!’’
Güzel huylu bir Müslüman’ın en büyük özelliklerinden biri hiç kuşkusuz açık sözlü yani doğru sözlü olmasıdır. Bir yanlışı gizlemek ve saklamak elbette doğru bir davranış biçimi değildir. Ancak bunun da bir ölçüsü, bir kıvamı olmalıdır. Cenab-ı Hak ‘da kullarının sağlam, dürüst ve açık sözlü olmalarını ister fakat bunun yanında yumuşak ve gönül alıcı söz söylemelerini buyurur.
“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi 53)
Sonuç olarak; Müslüman, merhametli, hassas bir gönle sahip olmalı ve kimseyi ne eliyle, ne diliyle, ne de davranışlarıyla kırıp incitmemelidir. Haline, sözlerine son derece özen göstermelidir. Ağzından çıkan her kelimeyi iyice ölçüp tartmalı, kendisine ve karşısındakine faydalı olup olmayacağını iyice hesaplamalıdır. Ok yaydan çıktıktan sonra meydana gelebilecek hususlar daha büyük sorunlara yol açabileceği için açık sözlülüğü güzel bir ölçüde, yerinde ve zamanında kullanmayı bilmelidir… Aksi takdirde doğru sözlü dobra dobra bir insan olmak başına olmadık dertler açar ve kaş yaparken göz çıkarmak deyimi mucibince olmadık yere karşısındakinin hafazanallah istemeden kalbini kırmaya sebebiyet verir. Dolayısı ile açık sözlü olmaktaki huyumuza kalp kırmadan devam edelim.

Allah cümlemize doğru sözü, doğru şekilde kullanmayı nasip eylesin.(Âmin)

BU KAÇINCI GİDİŞ KAÇARCASINA?

Bu kaçıncı gidiş kaçarcasına?
Kaçıncı koşuşturma binbir telaş.
Bu kaçıncı öfke içime hapsettiğim, sustuğum, yuttuğum…
Omuzlarıma bilmem kaç kez yükledim bütün yüklerimi de çarptım kapıları.
Telaşla kaçıncı giyişim ayakkabıları mı?
 Kaç kez öfkeden tek tük giydim çoraplarımı.
Saymadım kaç kez gidip  de geri döndüğümü omuzlarım düşmüş bir halde.
Bakmadım aynalara kaç kırışıklık kondurdu yüzüme yorgunluğum,
bitkinliğim, bitmişliğim...

Gitmek savunulabilirdi elbette.
Bir bahanesi olabilirdi. Bir nefes sayılabilirdi. 
Ama
ardımda solan gülüşleri hiç düşünmeden kaçmak neyin nesiydi?

Bir utanç biriktirdim şimdi avuçlarımda.
Bir buket hüzün, bir tutam pişmanlık…
hepsi harmanlandı ve bir çile doğdu semalarımda.

Nereye gitsem, hangi yöne dönsem bir adım yakın hep kaçışlarım ayak ucuma.

ve...

Ve bir kıyamet kopar yoksunlaştığımız, yalnızlaştığımız yerden.
Bir acı huzmesi kaplar yüreklerimizi.

Kaçışlarım;
Son bulmayan çaresizliğim.

Kaçışlarım; gider gibi...

kaçışlarım; Bir haksızlık buketi kondurur ellerine bilirim.

Baharını soldurur tüm çiçeklerin

Yıldızlarını söndürür gökyüzünün

Ölüm fermanını verir 
bilirim..

Kaçışlarım...
nefes almaktır benim, 
ki ben; nefes almayı çok severim....